Konuk Yazar: Burç Karabulut
Çin Bulmacası, vizyonda bu hafta görülmesi gereken filmler arasından öne çıkıyor. Film, komedi olmasına rağmen aynı zamanda trajik bir hikâye sunuyor. Xavier adlı bir Fransızın ayrıldığı eşinin arkasından bir tutunma hikâyesini ana çatısına taşıyan film, yabancılık meselesi üstünden konuyu ele alıyor. Xavier’in hayat karmaşası, babalığının da talihsiz bir şekilde kendini yitirmesi üstünden açıklanıyor ve ailesine de yabancılaşmasıyla paralel bir biçimde seyirciye sunuluyor. Filmde Xavier’in üç çıkmazı bulunmaktadır ve hikâye bunun üzerinden ilerler.
Xavier yakın bir arkadaşına sperm bağışlayıp İngiliz eşinden boşandığında gayri resmi olarak ailede bir rahatsızlık çıkardığını fark edemez. Bu farkındalık yoksunluğu, ya da bilinç yoksunluğu belki de toplumsal rolünün dışına çıkması onu baba olmaktan uzaklaştırır, önce bir soru işaretine sonra da büyük bir sorunsala dönüştürür. Problemi sadece baba olmakta değildir artık, bir kadın bulmaktır. Arkasından bilmediği New York’a sürüklendiği eşi, onu New York’a getirdiğinde Xavier persona non grata (önemsenmeyen kişi) olarak ortada kalmaya mahkûm olur. İlk çıkmaz sokağını burada yaşar.
Bunalımı da yaratan, tatminsizliği de yaşayan Xavier’den başkası değildir. New York’a gelmesiyle bir kimlik kargaşası, kültür şokuyla birleşince (İngilizcesinin yetmemesi, çocuklarının üniformalı okula gitmeleri) Xavier’in bunalımlarına yeni bunalımlar ekler. İşin ilginci hep etrafındaki Fransızlarla ilişki kurar: Fransa’dan kız arkadaşları Isabelle ve Martine, Xavier’in babası ve Wendy, Fransa’yı bilen eski eşi. Bunun yanında gittiği posta ofisinde karşısına çıkan onun gibi yabancılardır. Xavier’in bir şekilde hem yalnız hem de yabancı olduğu dile getirilmiş olur. Sürekli telefonda her daim Fransızca konuşması da onun yabancılığının göstergesidir.
Sorumlu sorumsuz babanın üçlemi ise; Xavier’in hangi hayatı seçmesiyle alakalıdır. Önünde üç tip kadın vardır. Arkasından sürüklendiği ama boşandığı Wendy, homoseksüel bir ilişki yaşayan Isabelle, heteroseksüel bir ilişkiden çocuklu olan Martine seçenekleri vardır. Üç kadının hayatında da iz bırakmış olan Xavier’in bunalımları, yalnız, yabancı ve karmaşık ilişkiler ağının da gelmesiyle üçlenmiş olur. Hepsiyle kişisel anlamda ilişkilerini sürdürmeye devam eder. Tanıdığı bu kadınların hayatına sürekli girip çıkan Xavier, onların hayatındaki süreksizliğiyle de Amerika’daki yabancı olma hikâyesiyle de paralellik teşkil eder.
Dikkat çekici bir nokta da Xavier’in babasının ona yabancı gibi bakmasıdır. Nerdeyse hiç görüşmediği babası New York’a kendi anılarını yaşamaya geldiğinde, Xavier zaten milyonlarca kilometre uzaktan gelen babasına yan yana yürürken de o kadar uzaktır. Kendine bir puzzle olan baba figürünün/rol modelinin de geleneksel koruyucu babadan uzak olduğu açıktır. İkinci çıkmaz sokağa burada girer Xavier. Bir baba figürüne ihtiyaç duyduğu anda tekrar terk edilecek ve o boşluğu yani reddedilmeyi yeniden yaşayacaktır. Hayalet bir baba figürü olduğunu bildiğimiz Xavier’in, babasının da kendi hayatında bir hayalet olması ve ona uzak olması yabancılığını pekiştirir.
Son çıkmazına da yabancılar ofisinin onun peşini bırakmamasıyla ulaşır. Ayrı bir retle orada da karşılaşırız. Bu ret, Wendy’nin, Xavier’in babası tarafından yabancı ve yalnız kılınmasıyla aynı anlama gelir. Zaten ailesine ve yeni geldiği topraklarda yalnız ve yabancı olan Xavier, hayatındaki üç kadın ilişkisinin geldiği karmaşık boyuta kendi de şaşırır. Hele yerli olmak adına sevmeden evlenmek zorunda kaldığı dördüncü ise Xavier’in yabancı olma trajedisini yeniler.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.
güzel bi filmdi.. chinese puzzle izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.. Teşekkürler bu arada cinerituel 😉