Captain Fantastic (2016) – Ütopyasına İnandığım…

Captain Fantastic (2016) – Ütopyasına İnandığım…

Yazar Puanı4
  • Kaptan Fantastik, sistemin dayattığı ve mecbur bıraktığı her şeye karşı olmakla beraber karşı argüman da üretiyor. Bir şekilde döngüden kopmak imkânsız olduğunu ve ne şekilde olursa olsun bir gün herkes bu tüketim algısı içerisinde olacağını belirtiyor. Tüketim bir okul olabilir, ev olabilir, yaşam olabilir… Ama günün birinde bu algıdan kopmak mümkün olamıyor. Ve siz ne yaparsanız yapın kendiniz de bu algı içerisinde olmaktan mutlu olabiliyorsunuz.
Share Button

Bir haftalık tatil için tüm zamanını harcayanlara…

Hayat bize ne kadar masal sunuyor? Peki, biz bu masal sandığımızın neresindeyiz? Kim vatandaşlık haklarını harfiyen biliyor? Ya da babam keki bu kadar kabartmayı nasıl başardı? Hepsini okuyarak mı yaptık? Çok gezen mi çok okuyan mı? Kafamda deli sorular.

Matt Ross’un yazıp yönettiği Captain Fantastic (Kaptan Fantastik), anarşist ve eleştirel bir film. Mevcut yapısı ve yaşattığı duygular ile bu yıl en beğendiğim filmlerden birisi. Film, Ben ve 6 çocuğunun yaşamlarından bir kesiti aktarmakta. Aktarılan bu kesit ile Ben ve çocuklarının yaşamlarına, düşüncelerine, inançlarına yolculuk yapıyoruz. Yapılan yolculuk mental ve reel olarak izleyiciye aktarılıyor. Ben ve çocuklarının çıktığı yolculuk, bir yol hikâyesinden ziyade bilgi edinme, düşünme, fikir sunma ağırlıklı. Tıpkı “ilginç” kelimesinin neden yasak olduğunu açıklar gibi.

İnsanlık avcı toplayıcılıktan modern yaşama geçti. İlerleyen yolculuğunda, sırtında küfesiyle uzaya fırlatılmış roket gibi, katman ilerledikçe bir modülünü de yolda bıraktı. Bu dönemde insanlar bireylikten toplu yaşama doğru evrildiler. Toplu yaşam, grupları doğurdu. Gruplar, devletleri imparatorlukları oluşturdu. Ve insan kendi başardıklarıyla yetinmeyip inanmak için bir şeyler aramaya başladı ve ilerledi gitti. İnsanların sadece inanmak değil aralarında oluşmaya başlayan meseleleri de çözmek için bir kuruma ihtiyaç duyması, kurallar koymasına ihtiyacı vardı. İçsel olarak çözüme ulaşmak için ise inanca.

İnançlar devletlerin, imparatorlukların, toplumların daha işlevsel çalışabilmesi, bağlılığını koruyabilmesi için de varlığı arttırır. Bu durum yazının da icadıyla devam etmektedir. Yazının icadına binaen ilk bulunan yazıtlarda vergi ve borçlarla alakalıdır. Yani insan başta kendi Frankenstein’ını yaratmıştır. Göçebe ilkel toplumlardan kapitalizme süren yolculuğumuzda böylece başlamış oluyor. Kaptan Fantastik, bu durumu biraz daha günümüz çerçevesinde ele alarak, şehirleşmenin yarattığı tahribatı da gösteriyor.

Toplumların evrilmesi aşamasına tekrar dönecek olursak, ahlakın da dinin de toplum dayatması olduğunu görebiliriz. Zira toplum içerisinde genel ne kabul görürse ona inanılmakta, onun dışına çıkılmamaktadır. Budizm’e inanan Leslie’nin kendi inancı doğrultusunda yakılmaması tamamen toplumsal baskıdan ileri gelmektedir. Leslie’nin isteği yakılıp, küllerinin tuvalete atılmasıydı. Ama çoğunluk vasfındakiler her şeyin daha iyisini bilme pozlarıyla bunun doğru olmadığı kararını vermişlerdir bile. Gerçeğe dönersek tıpkı bizdeki Mehmet Pişkin (*) olayı gibi. Yapılan bu dayatmalara karşı doğal yaşam içerisindeki tutumun seni ayakta tutabiliyor.

Sistem meselesi

Kaptan Fantastik, sistemin dayattığı ve mecbur bıraktığı her şeye karşı olmakla beraber karşı argüman da üretiyor. Bir şekilde döngüden kopmak imkânsız olduğunu ve ne şekilde olursa olsun bir gün herkes bu tüketim algısı içerisinde olacağını belirtiyor. Tüketim bir okul olabilir, ev olabilir, yaşam olabilir… Ama günün birinde bu algıdan kopmak mümkün olamıyor. Ve siz ne yaparsanız yapın kendiniz de bu algı içerisinde olmaktan mutlu olabiliyorsunuz. Belki de bir bakıma kaçış filmi olarak da adlandırılabilir. Şu an, Ben Cash ve ailesi gibi yaşayabilen nadir insanlara duyulan hayranlık olarak düşünülebilir. Başlı başına filmin içinde yer alan argümanlara da dayanarak, film toplumları, inançları, tüketimleri eleştirerek, nerede yanlış yaptığımızı da parmakla göstererek bizlere sunuyor.

Filmde günümüz insanının obeziteye karşı boyun büküşüne de ironik bir yaklaşım sunulmakta. Tüketicinin geleneksel tarımdan kopması ve toplumun aşırı tüketimi geçişi ile birlikte sağlık problemleri baş gösterdi. Fakat bu geçiş genelde zengin insan gruplarından çok fakir halk üzerinde egemen oldu. Buradaki bir diğer ironi ise bir o kadar insan diyete yönelerek kendileri için sunulan bir diğer ekonomik tüketim pompası olan diyet ürünlere talep yaratıyor. Dünyanın yarısı açken bir diğer yarısı da çok yemekten mustarip ve ortada kalanlar ise bu ikisi arasındaki geçişi senkronize edenler oluyor.

Film açılış sahnesi itibariyle çocukluktan yetişkinliğe geçişe bir ritüel ayırıp seremoni yaptırıyor. Bu durum filmin tamamıyla da bağdaşabilir. Doğa bizim çocukluğumuz gibi saf temiz. Ansızın verdikleri gibi aldıkları da var. Yetişkinlik ise ailenin çıktığı yolculuk gibi şehri kabul etmek, yeni başlangıçlar yapmak demek. Mesela geyiği tek başına öldürmek yetişkinliğe geçiş. Ama ölüme sebep olmak saf çocukluğu da öldürmek anlamına geliyor. Çünkü can almak esasında gizli. Şehirde büyümek de tıpkı can almak gibi. Çocuk gördüğü keşmekeş karşısında her bir adımında saflığından bir modül bırakarak ilerliyor yoluna. Bu durum 6 çocuğun kuzenleriyle karşılaştıklarında kuzenlerinin davranışlarıyla da karşılaştırılabilir. Eğitim ayağında da gösterilen karşılaştırma aslında modern toplumun tek tipleştirmesinin bir ürünü olduğu da söylenebilir. Sadece verileni öğren ve asla fikir üretme. Peki, toplum temelleri atıldığındaki haliyle şu an arasındaki fark nedir? Elimizin altında milyonlarca öğrenme aparatı. Her hangi bir bilgiye saniyeler içerisinde ulaşabiliyoruz ve bir o kadar da cahiliz. Bu ne yaman çelişki!

“İlginç” kelimesi yasak kelime. Çünkü inanç doğrultusunda ilerleyerek bir şeyler üzerine derinlemesine düşünmeden yapılan bir yargı olarak görülüyor. Film de temel olgu kavramlar üzerine bireyin kendi fikrini sunabilmesi, akıl yürütebilmesi. Genel anlamda tek tip öğrenme ve ezberlere karşı duruşu vurgulayan film, bireyin temel düşüncesinin neler olduğunu önemseyerek bu argüman doğrultusunda ilerlemeyi tercih ediyor. Son derece özgürlükçü bir ortam ama bir o kadar diktatör rejim gütmesiyle de ironi yaratmıyor değil! Bu da başka bir karşı argüman.

Ben’e eleştirim ise; “Sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevmek zorunda mı?”. Kendi ve karısı her anne baba gibi çocukları için kendilerinin belirlediği eğitim ve yaşam şeklini sunuyor. Biz her ne kadar özgür görsek de aslında çocuklar özgür mü?

(*) Ardında bir intihar videosu bırakarak hayatına son veren Mehmet Pişkin, bedenin kadavra olarak kullanılması istemişti. Ancak istediği teknik gerekçeler öne sürülerek gerçekleştirilmemiş ve defnedilmişti.

, , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir