Jean Renoir, 1939 yılında La Regle du Jeu / Oyunun Kuralı’nı çektiği zaman Fransız toplumunu aşağıladığı gerekçesiyle büyük bir kargaşaya sebep olmuştu. Fransız hükümeti önce filmi sansürledi; ancak tepkiler devam edince film tamamen yasaklandı. Muhalif kimliği ile Fransız Şiirsel Gerçekçiliği akımının en önemli isimlerinden olan Renoir, özellikle 1930’larda çektiği çoğu filminde sistem eleştirisi yapmaktan çekinmemiş, toplumu oluşturan katmanlar arasındaki anlayış farklarını ortaya koymuştur. Renoir’ın üst sınıfı kıyasıya eleştirip izleyicinin algı seviyelerini yükselten işlerinden biri olan Boudu Sauvé des Eaux (Boudu Saved from Drowning / Boğulmaktan Kurtulan Boudu), Şiirsel Gerçekçilik gerekliliklerini anarşist bir komedi ile harmanlar.
Evsiz ve umutsuz bir adam olan Boudu, sokaklarda yaşamaktadır. En yakın arkadaşı olan köpeğini kaybedince çok üzülür. Onu bulmaktan umudunu kesince ise kendini Seine nehrinden aşağı atar. Tam boğulmak üzereyken Parisli bir kitap satıcısı Edouard Lestingois tarafından kurtarılır. Böylece Boudu, Edouard’ın evine yerleşir. Ancak Boudu yeni evinde eski alışkanlıklarını sürdürmekte, medeniyet adı altında diretilen kurallara uyum sağlayamamaktadır. Bir süre sonra Edouard’ın eşi ve hizmetçisi Boudu’ya tahammül edememeye başlar ve evden gitmesini isterler.
Anarşist Bir Komedi
Renoir, ilkellik ve medeniyet çatışmasının temellerini kurarken -yapıbozumcu bir şekilde- yerleşik düzen ve kuralları ele alır. Edouard’ın entelektüel üst sınıf ailesi -çalamadıkları bir piyanoları bile vardır- ile Boudu’nun sokaklardaki sürdüğü yaşamının zıtlığı ve iki tarafın olaylara farklı pencerelerden bakmaları filmin ana eksenindeki çatışmayı oluşturmaktadır. Filmin kara mizahı buradan beslenmekle birlikte nobran bir üslubu olmadığı ve dengenin zekice kurulduğunu söyleyebiliriz. Renoir, Boudu’yu (öteki) kullanarak dönemin üst sınıf burjuva ahlakını ve onların kurallar zinciri şeklinde yaşamlarını topa tutar; özgürlük yanılsaması yaşadıklarını hatırlatıp tutsaklıklarını vurgular. İki tarafın olaylara bakış açısındaki uçurum da bu öğretilmiş yerleşik kurallardan kaynaklanır. Kurallar dışında ahlak da bu eleştirilerden nasibini alır; Renoir, ahlaki kaygıya sahip görünen Edouard ile şehvetin harekete geçirdiği Boudu arasındaki farkın sadece algıdan ibaret olduğunu gösterir.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano hayırseverliğin dikey olduğunu, aşağılama içerdiğini söyler. Dayanışmanın ise yatay olduğunun, yardım ettiğinin altını çizer. Edouard’ın, Boudu’ya önce canını kurtardığı için, sonra da onu eğlendirdiği için evinde yer verdiğini görürüz. Boudu bir tür evcil hayvan gibidir; kontrol altına alınmadığı zamanda, geldiği sokağa geri gönderilmekle tehdit edilir. Dolayısıyla Boudu’nun ailenin nezaketine, cömertliğine her zaman saygı duymasını bekleriz. Bu tip bir davranış modelinin kişinin kimliğini -özgürlüğünü- yok saymak olduğunu hatırlatan film, geleneksel hayırseverliğin “aşağı konumdaki kişi” için yıpratıcı olduğunu anımsatır. Boudu, yerleşik yaşam dışında bu dikey hayırseverliğe de müdahale etmekten çekinmez: Sokakta kendisine yardım için verilen parayı neden kabul ettiğini sorgular, hatta o parayı alıp zengin bir adama verir. Böylece hayırseverliğin, sistemin bir tatmini ve alt tabakanın sakinleştirme aracı olarak kullanıldığı vurgulanmaktadır.
Renoir’ın geleneksel hikaye anlatma metotlarındaki yapaylığa karşı konumlandırdığı anti-kahraman Boudu’nun sularda başlayan macerasının yine sularda bitmesi manidardır: Üst gruba dâhil olması için şartlar oluştuğu halde (piyangodan ikramiye kazanır) o eski hayatını seçer. Su, bu kez kirlenmesine engel olmuştur.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.