- Blade Runner 2049, şirketlerin egemen kılındığı bir tüketim dünyasının tasviridir. Filmde Joe K. gibi bir dava karakterinin varlığının yanı sıra Joi gibi bir tüketim nesnesi “bile” bilince dair bir şüphe, karmaşa barındırır. Karmaşanın anlattığı şey çok basittir: Karı ve yağmuru hissetmek insana ait değildir, hissetmek de insana ait değildir; aslında hiçbir şey insana ait değildir. Her biri tıpkı kurmak istedikleri gerçekler ve biriciklik gibi bir illüzyondan ibarettir.
Deleuze’e göre Franz Kafka’nın Dava romanı iki iktidar ağı döneminin ortasında, geçiş sürecinde yer alan kahramanı anlatır; yani Joseph K. bir yandan disiplin toplumunun sürüncemesindeyken bir yandan da kontrol toplumuna dahil oluşun başlangıcındadır. Bu iki iktidar ağı yöntemi bireyi kapsayan, onu mutlak bir şekilde baskılayan bir iktidar melezliği yaratmaktadır ve Joseph K. bir sabah uyandığında bu melezliğin içerisinde olan bir suçludur. Blade Runner’ın ismi bir seri numarasından ibaret olan “officer six-dash-three-dot-seven”, yani K. da Kafka’nın kahramanının modern zamanlarındaki bir hali gibidir, modern zamanlardaki toplumsal değişimin ortasındadır. Kendini özel sanan bir cyborg olarak farkındalığın ötesinde, avlanılması gereken bir varlık olarak insanın berisindedir. Bu, yeni bir birey yaratımıdır. K. da tıpkı Dava’daki Joseph K. gibi hiçbir suç işlemediğini düşünmesine rağmen yargılanır, takip edilir ve tehdit edilir durumdadır. Çünkü mesele iktidarın neyi nasıl gördüğüdür. İşte Dava romanının Blade Runner 2049 üzerindeki içerik kaynağı budur.
Blade Runner 2049 filminde ulus devletler yerlerini büyük güçlere sahip şirketlere ve bu şirketlerin yöneticilerine devretmiş durumdadır. Her şey tüketilmeye odaklıdır ve faşizm bu sefer kendisini milletler üzerinden değil türler üzerinden var etmiştir. Artık üst insan, cyborg ve yapay zekalar mevcuttur. Homo sapiens yine piramidin en üst noktasında ve polisler keskin nişancılar olarak insanı tehdit eden cyborg’ları “emekli etmenin” peşindedir. Çünkü cyborg’lar yaşayan şeyler değil, çalışan şeylerdir ve ancak emekli edilebilirler. Yaşayan bir şey ise öldürülebilir. Bu “etin cinsel politikası”nın distopik bir gelecekteki bilincin cinsel politikasına benzer, üzerinde düşünülmeye değerdir.
K. işte bu dünyanın ortasında bir cyborg polistir. Sorunlu cyborg’ları emekli ederken her seferinde bir referans noktası testinden geçmek zorundadır. Bu, bir cyborg’un insan olmadığını kanıtladığı bir ters turing testine benzer; bembeyaz bir odanın ve belirli bir gözün karşısında mutlak şekilde pislikleşen şeyin pislik olduğunu, bu beyaz odanın dışında bir şey olduğunu kanıtlama halidir. K.’nın referans noktasının bozulması, anılarının gerçekliğini sorgulamasıyla tamamlanır. K. sahip olduğu bir çocukluk anısı ile çocukluğunun olduğunu zanneder. Çocukluğunu (Joe) fark etmesi onu mutlu etmez, hayallere sürüklemez tam tersine sandalyeyi devirerek bir sinir nöbetine girer; çünkü her şey bozulmuştur. Artık istenilmeyen, bozuk ve eksik bir şeydir. İnsan olmayan bir bilinçtir. Emekli edilmesi gereken bir iş makinesidir, yani bir işçidir.
Burada ara verip Joi’den söz etmek gerekiyor. Joi, bir yapay zeka ve simülasyon. Aynı zamanda “Bir erkeğin olmasını istediği şey.” Ve söz konusu dünyanın nasıl bir şekilde olduğunun göstergesi. Görüldüğü gibi teknoloji bir toplumsal dönüşüme yönelmemiş, tam tersine bir toplumsal tekrara yönelmiştir. Pornografi yeni fırsatlar, kaynaklar kazanarak gerçek kılınmıştır. Joi de bir tüketim ve özgünlük hali olarak ilginç bir noktada yer alıyor. Onun için Her (Aşk, 2014) filmindeki gibi bir dönüşümden bahsedilebilir. O bir arzu nesnesi olarak yaratılmıştır ve bunun sınırlarıyla sorunludur ama yine de benleşmenin yolunu bulur. Blade Runner 2049 Joi’nin adını değiştiremeyen bu halinde sorunlu, çelişkili ama yine de var olan bir değişimi gösterir. Joi bile tüm sınırlarıyla var olmaya çalışan bir bilinçleşme halidir. K.’nın istekleri karşısında değişir, onu düşünür ve onun çıkarları için uğraşır ama kendisini var eden makineye karşı gelerek bir isyan başlangıcı kurar. Joi’nin, yani pornografik bir nesnenin bile bu derecede karmaşık olduğu bilinç mevzusu K. ve K. gibi olan tüm cyborg’lar için daha da çetrefilli, sorunlu ve derin bir meseledir.
K.’nın mücadelesinin, hikayesinin ve devrime ulaşamayan varlığının en önemli kısmı Joe’nun da tıpkı Joi gibi bir belirlenilmişlikten kurtulmuş olmasıdır. Kendisine söylenenlerin, o güne kadar yaşananların dışında hareket eder. Yani Joe’nun ne yapacağı belirsizdir. Joe, çocukluk anısının sanrısı içerisinde hareket eder ve bu anı, onun tüm hareketlerinin referans noktası olur; ama bu referans noktası yıkıldığı anda yaptığı şeylerin planlaması belirsiz olmaya başlar. Joe bir senaryonun dışındadır artık. Tüm anısızlığına, kökensizliğine ve geçmişsizliğine rağmen yine de bir referans noktasını aşabilmektedir. Üstelik film içerisinde Deckard’ın bir senaryo içerisine itildiği, her şeyin bir plan ile örüldüğü iddia edilirken ortaya çıkan şey bir ironiye dönüşür. Bir insan da belirli hareketlere sürüklenebiliyordur ve matematiksel hesapların içerisinde şaşırtıcılığını kaybedebiliyordur. Deckard da bu iddiayı ancak bir kesinlik ile aşar. Rachele’nin gözlerinin yeşil olduğunu söyler. Çünkü Deckard, Rachele’in gözlerinin ardındaki yapaylığa değil doğrudan doğruya onun gözlerine bakmıştır. Gözlerin rengini bilmek, o gözlerin gerçekliğini bilebilmektir.
Filmdeki isyanın temeli ise cyborg’ların doğurabilme ve doğabilme vasıflarıdır. Bu, İncil’deki Rachele’in bir kadın olarak varlığının doğurgan olmasına bağlanması gibi çelişkili bir yaklaşım. Joe, bu yaklaşımın ona verdiği bir başka katletme eylemini seçmeyerek “insanca, pek insanca” olmayan kararı verir. Seçimi, bir babayı evladıyla yan yana getirmek olur.
Blade Runner 2049, şirketlerin egemen kılındığı bir tüketim dünyasının tasviridir. Filmde Joe K. gibi bir dava karakterinin varlığının yanı sıra Joi gibi bir tüketim nesnesi “bile” bilince dair bir şüphe, karmaşa barındırır. Karmaşanın anlattığı şey çok basittir: Karı ve yağmuru hissetmek insana ait değildir, hissetmek de insana ait değildir; aslında hiçbir şey insana ait değildir. Her biri tıpkı kurmak istedikleri gerçekler ve biriciklik gibi bir illüzyondan ibarettir.
PS: Sansür meselesini de unutmadık, onu başka bir yazı konusu olarak ele alacağız.
Hacettepe Üniversitesinde Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans eğitimi almaktadır; kendi blogunda amatör olarak başladığı film incelemelerini yine bir amatör olarak Cineritüel’de sürdürmektedir.