The Godfather’dan başlayıp Before serisine kadar baktığımızda görüyoruz ki film tarihinde üçlemelerin önemli bir yeri var. Belli ki yönetmenler bazen anlatmak istediklerini tek ya da iki filme sığdırmak yerine birbiri ardına sıralanan 3 eserle anlatmayı seçiyorlar. Hepsi birbirini görsel ve edebi mükemmelliğe tamamlayan üç harika hikaye. Bu durum bazen işe yarıyor bazense yaramıyor. Biz de işe yarayan 10 tanesini sizin için seçtik.
10. The Three Flavours Cornetto Trilogy
Shaun of the Dead (2004), Hot Fuzz (2007), The World’s End (2013)
Tam bir sinema ve müzik aşığı olarak bilinen İngiliz yönetmen Edgar Wright’ın, en başta The Three Flavours Cornetto üçlemesi olmak üzere filmlerinin çok fazla seveni var. Bunlar aşırı geleneksel üçlemeler olmasa da hikaye anlatımı açısından komik, manidar ve özenle seçilmiş filmler. Klasik sinema türünün içinde en ünlü İngiliz kara komedileri olarak da bilinen üçlemenin göze çarpan en önemli detaylarından biri de müzikleri.
Shaun of the Dead, George A. Romero’nun zombi klasiklerini Londra’nın kenar mahallelerinde tekrar canlandırıyor. Hot Fuzz, Somerset’ın küçük bir İngiliz köyündeki toplumsal yaşamı abartılı bir şekilde eleştiriyor. Üçlemenin en karanlık ve son filmi olan The World’s End ise donuk bir İngiliz kasabasındaki bir barda, bilim kurgu türü üzerinden uzaylı temasını işliyor. Üçlemenin isminin The Three Flavours Cornetto olmasının nedeni ise Cornetto dondurmaların 3 farklı renginin (kırmızı, mavi ve yeşil) her bir filmle ilişkilendirilmesi. Genel olarak 3 film de ilham aldıkları kültleşmiş filmlerin çok başarılı kara komedi versiyonları olarak karşımıza çıkıp Simon Pegg’i bir dünya starı yapıyorlar.
9. The Millennium Trilogy
The Girl With The Dragon Tattoo (2009), The Girl Who Played With Fire (2009), The Girl Who Kicked The Hornet’s Nest (2009)
Aşırı popülerlik nadiren de olsa, kaliteli uyarlamaları beraberinde getiriyor. Stieg Larsson’ın en çok satan kitaplarından uyarlanan Millennium üçlemesi de bunun örneklerinden.
İlk filmde yönetmen koltuğuna oturan Niels arden Oplev, ikinci ve üçüncü filmlerde koltuğunu Daniel Alfedson’a bıraksa da aralarında mükemmel bir uyum olduğundan bu fark edilmiyor bile. Tam bir İskandinav harikası olan üçlemenin ana hikayesinin yanı sıra yan karakterlerin derinlikli betimlemeleriyle harmanlanmış bir şekilde İsveç’in sosyoekonomik durumuyla alakalı bilgi edinmek de mümkün.
Aslında 10 kitap olması tasarlanan seri, Stieg Larsson’ın ölümüyle bir süre 3 kitapta bitecek sanılsa da David Lagercrantz tarafından devam ettirilme kararı alınıyor, yani 4. kitabın da filmi çıktığında artık kendisinden üçleme olarak bahsedemeyeceğiz.
8. Back to the Future Trilogy
Back to the Future (1985), Back to the Future Part II (1989), Back to the Future Part III (1990)
Geleceğe Dönüş serisi anlatı olarak konuşan mükemmel bir filmler. Her diyalog ve olay bir şekilde çözülüyor. Bu sırada, zaman yolculuğu kuralları yaratıyor, ancak bu kurallar mantık çerçevesinde ve film onları ihlal etmemeye çabalıyor. Kendi evrenini oluştururken gerçeklerden çok da uzaklaşmadan, bir ailenin hayatı etrafında dönen bir hikaye anlatıyor.
Marty McFly’nin hikayesini kim sevmedi? 30 yıl öncesine dayanan özenti rock yıldızı, hem kızı alıp günü hem de ailesini kurtarır. Serinin geri kalanında ise izleyiciyi hem geleceğe hem de geçmişe götürür. Perdede izlediğimiz en büyük maceralardan.
7. LOTR Trilogy
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001), The Lord of the Rings: The Two Towers (2002), The Lord of the Rings: The Return of the King (2003)
Bazıları için 2001 geçmişte kalmış, önemsiz bir yıl olsa da çoğu insan için 2001, Peter Jackson’ın, J.R.R. Tolkien’in kitaplarının film olmasının imkansız olduğunu savunan kişilere aksini kanıtladığı yıldır. 2001’den 2003’e kadar çoğu insana yaşama sevinci ve beklenecek bir şey veren Jackson, bize aynı zamanda döneminin çok üstünde bir sinema deneyimi de yaşatmıştır.
İlk film olan Yüzük Kardeşliği’nde (The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring) bütün karakterleri, yüzük tarafından ve yaşadıkları/yaşayacakları yolculuk yüzünden bozulup harap olmadan önce tamamen saf halleriyle görürüz. Ayrıca bu film ana karakterlerin arasındaki güçlü bağın başlaması açısından da önemlidir. Serinin ikinci filmi olan İki Kule (The Lord of the Rings: The Two Tower) ise zamanında özel efektler açısından yeni bir devir açıp, tarihe geçmeyi başarmıştı. Serinin son filmi ise buruktur çünkü hem karakterler birbirine, hem de seyirci karakterlere veda etmek zorundadır artık. Ayrıca film 11 Oscar kazanmıştır ve genel olarak 3 film de 2.9 milyar dolarlık gişe yapmıştır.
6. The Original Star Wars Trilogy
Star Wars: Episode IV – A New Hope (1977), Star Wars: Episode V – The Empire Strikes Back (1980), Star Wars: Episode VI – Return of the Jedi (1983)
Bu listedeki bazı filmler gibi mükemmel şekilde planlanmış olmasa da, orijinal Star Wars üçlemesi, modern üçleme kavramını icat etmesiyle beraber diğer tüm üçlemelerin de paradigmasıdır. Sinemada orijinal mitolojinin de öncüsü olan üçleme tek bir romandan uyarlanmak yerine, ilhamını onlarca farklı hikaye, evren ve gezegenden alıp kendi karakterlerini kendi oluşturmuştur.
1977’de başlayan üçleme 1983 yılında bitmiştir ve ikinci üçleme ise 1999 yılında başlamıştır. Serinin son üçlemesinin ilk filmi 10 yıl aradan sonra 2015’te gelmiştir ve o tarihten beri her yıl yeni bir Star Wars filmi izleme imkanı yakalıyoruz.
Cineritüel incelemesi için -> Uzay Mitolojisinden Popüler Kültüre: Star Wars Evreni
5. The Vengeance Trilogy
Sympathy For Mr. Vengeance (2002), Oldboy (2003), Lady Vengeance (2005)
İntikam soğuk olarak sunulan bir yemektir, ancak Koreliler buna katılmayabilir. Park Chan-wook’un bu geleneksel olmayan üçlemesinin ilk filmi, intikamın hiç denenmemesi gerektiğinin, çünkü herkesin ölümüne yol açabileceğini gösteriyor. İkinci film, aynı bakış açısıyla, ilkinden de ayrıntılı bir intikam planının, çok daha ciddi sonuçlarla geri tepmesini anlatır. Ve üçüncüsü, nispeten mutlu bir son içerirken, yine de rahatsız edici miktarda kanı gösterir ve intikamın zor olduğunu açıkça ortaya koyar.
4. The Dollars Trilogy
A Fistful of Dollars (1964), For a Few Dollars More (1965), The Good, the Bad and the Ugly (1966)
Yönetmen koltuğunda oturan Sergio Leone, filmlerin ilkine başlarken üçleme olacağını düşünmese de, filmler günümüzde Batı ve kovboy alt kültürünün özünü yansıtan nadide yapıtlardan biri olarak görülüyor. The Dollars üçlemesi olarak anılan filmlerin üçünün de başrolünde farklı kovboylar olarak karşımıza çıkan Clint Eastwood bulunuyor.
Uzun ve sessiz kapışmalar, the Leone shot (Leone çekimi) olarak bilinen, sadece gözlere odaklanan aşırı yakın çekimler… Üçlemeyi bu şekilde kültleştiren ise serinin en popüleri ve aynı zamanda sonuncusu olan The Good The Bad and the Ugly. Ennio Morricone tarafından yapılan ve artık filmle hatta eski Batı kültürü ile özdeşleşmiş müzikler ise serinin bize kattığı bir diğer unutulmaz eserlerdendir.
3. Three Colours Trilogy
Three Colours: Blue (1993), Three Colours: White (1994), Three Colours: Red (1994)
Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin renkler üzerine inşa ettiği üçlemesini entelektüel açıdan zorlayıcı ve görsel anlamda tatmin edici olarak yorumlamak mümkün.
Three Colours: Blue, acı çeken ve içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmaya çalışan bir kadın üzerinden mavi rengi işleyen karamsar bir film olarak karşımıza çıkarken, Three Colours: White, insan ilişkilerini konu alan ve diğerlerinin yanında daha canlı bir filmdir. Three Colours: Red ise ilk filmdeki ciddiyete geri döner ve bir arkadaşlığı konu alır. Özellikle renkler, diyaloglar ve anlatmak istediklerini sessizlikle yapmaları açısından The Faith Trilogy ile yarışan üçleme, her açıdan tatmin edici bir sinema deneyimi sunuyor.
Cineritüel incelemesi için -> Krzysztof Kieslowski Sinemasında Yaşamın Döngüselliği ve Üç Renk Üçlemesi
2. Trilogy of the Dead
Night of the Living Dead (1968), Dawn of the Dead (1978), Day of the Dead (1985)
1968 yılındaki düşük bütçeli ilk film Yaşayan Ölülerin Gecesi’nin öncesinde zombi diye bir şey yoktu. Romero’nun tüm dünyaya saldığı zombilerinin kapitalizme savaş açtığı üçleme hem korku sinemasının yeniden yapılandırılmasını sağlamış hem de sistemi baştan aşağı eleştirmiştir. Bazı eleştirilerin altının fazla kalın çizildiğini düşünsek de zamanında baya cesur hamleler olduğunu unutmamalıyız.
George A. Romero’nun daha henüz 28 yaşında çektiği, ucuza kotarılmış hatta neredeyse parasızlıktan korku filminden her an trajik bir komediye kayacakmış görüntüsünde olan ilk filmi Night of the Living Dead bugün sıra dışı bir klasik olarak selamlanmaktadır. Sinema tarihinin akışını değiştirmiş, günümüzdeki çoğu korku filminin övgüyle referans gösterdiği kült yapımı inceledikçe, politik sinemadan izler taşıyan zamanının ötesinde bir yapım olduğunu görüyoruz. Dönemin atmosferini yakalamaktaki başarısı, dikkat çekici sistem eleştirisi ile birleşince ortaya güncelliğini asla yitirmeyecek bir yapım çıkıyor. Devam filmlerinde iyice artan sistem eleştirisi sayesinde Amerikan toplumunu hallaç pamuğu gibi atıp silkelendiren serinin değeri gün geçtikçe artmaktadır. Seriyi tek bir bölümde değil de, üç bölüm olarak ele almak detayların kaybolmaması açısından önemlidir. (Gökhan Gök)
Cineritüel incelemesi için -> Romero’nun Zombi Üçlemesi (1968-1985): Kapitalizm Yerim Seni
1. The Faith Trilogy
Through a Glass Darkly (1961), Winter Light (1963), The Silence (1963)
Ingmar Bergman’ın her filminin bir sanat eseri olduğu aşikar fakat bu üçlemede farklı bir şeyler var. 1960’ların başında başlayan üçlemede her şey kutsallık, çılgınlık ve dinsel inanca bağlı sorunlar çemberinde dönüp sonunda da adeta “üçleme nasıl çekilir” sorusunun cevabını veriyor.
Through a Glass Darkly aile ve delilik üzerine kuruluyken Winter Light daha çok dini inanç ve bunun bağlamında oluşabilecek iyi ve kötü şeylerin toplamı niteliğinde. Özellikle diyalog bakımından oldukça zengin olan film, Bergman’ın diğer filmlerine göre oldukça kısa olmasından ötürü tam bir ara, geçiş filmi. The Silence ise aile konusu kapsamında tamamen sessizlik üzerine oturtulmuş bir film, hatta film o kadar sessizdir ki duyduğunuz sesler fısıltıdan öteye gitmez ve filmi izlerken siz de kendinizi ses çıkarmamaya gayret ederken bulursunuz.
Kasvetli atmosferleri, donuk karakterleri ve sessizlik içindeki diyaloglarıyla The Faith Trilogy herkesin sevip zevkle izleyeceği filmler olmaktan çok uzak olan başyapıtlar olarak listenin ilk sırasındaki yerini alıyor.
Cineritüel incelemesi için -> Oda Üçlemesi (1961-1963): Bergman’da İletişimsizlik ve İmanın Konumlandırılması
Kaynak: http://www.tasteofcinema.com/2018/10-movie-trilogies-with-all-three-great-movies/2/
Yeditepe Üniversitesi Radyo,Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencisi.