Beuys (2017): Belgeselde Sanatçının Temsili

Beuys (2017): Belgeselde Sanatçının Temsili

Share Button

Konuk Yazar: Faik Onur Acar

Andres Veiel’in, Alman sanatçı Joseph Beuys’un yaşamını ve sanatını ele aldığı Beuys adlı belgeselin başında Beuys’u bir odaya girerken izleriz. Beuys kamerayı gördüğü gibi “burası Hollywood’a benzemiş” diyerek çekim öncesi hazırlık yapıldığının farkında olduğunu gösterdiği gibi bizim de izleyiciler olarak bu hazırlıkların farkında olmamızı sağlar. Bir uyarı olarak da değerlendirilebilecek bu başlangıç, izleyicilere bir ekip tarafından planlanan ve kurgulanan bir eserle karşı karşıya olduklarını hatırlatır.

Nitekim sandalyeye oturduktan sonra da Beuys, doğrudan kameraya yani izleyicilere bakıp sinemanın insanlara ulaşmak için ne kadar elverişli bir araç olduğunu (sinemaya dair düşüncelerini) dile getirir. Ancak, filmlerin nasıl çekildiğine ve niçin bu aracın tercih edildiğine dair bazı bilgilerin verilmesi ile başlayan bu filmi değerlendirirken, bu sözleri söyleyenin belgeselin yönetmeni olmamasının yanı sıra görüntülerin de yüksek olasılıkla belgeselin yönetmeni tarafından çekilmediğini yani arşiv görüntüleri olduklarını göz ardı etmememiz gerekir. Bu görüntüler Beuys orta yaşlarındayken yapılan bir röportaj sırasında çekilmiş. Görüntüler, Beuys’un farkındalığını gösterdiği gibi Beuys’un farkındalığını izleyicilere iletme gayretine de işaret ediyor. Beuys’un politik ve sanat faaliyetleri ile tutarlı olduğu söylenebilecek bu tavrın sergilendiği görüntüleri filmin başına yerleştiren Veidel ise kendi filmine Beuys’un röportaj görüntüleri aracılığıyla reflexive [1] (öz düşünümsel)  bir tarz kazandırmış olur.

Beuys’un arkadaşları ve sanat eleştirmenleri ile yapılan röportajlar kadar arşiv görüntülerinden de beslenen filmde sahneler arasında yapılan geçişler de filmin reflexive (öz düşünümsel) tarzını besler. Sahneden sahneye geçişler yapılırken film şeridi üzerinden bir kareden bir başka kareye geçildiğini görürüz. Bu şekilde her bir sahneden bir diğerine geçerken hem imajlardan/görüntülerden meydana gelen hem de Beuys’un farklı dönemlerde, farklı insanlar üzerinde bıraktığı izlenimler temellinde şekillendirilen (yönetmen tarafından) bir hikaye anlatan bir belgeselle karşı karşıya olduğumuza işaret edilmiş olur. İlki reflexive (öz düşünümsel) tarza dair iken ikincisi expository (anlatımcı) tarza dairdir. Filmin tam da bu iki tavır arasında salındığını söylemek mümkün.

Belgesel, bir yandan yukarıda işaret edildiği gibi reflexive (öz düşünümsel) bir biçime sahipken diğer yandan da birazdan gösterileceği gibi Beuys imajının geçen zaman içerisinde ne anlamalara geldiğini tarih üstü bir tavırla, expository (anlatımcı) tarzda anlatma gayretindedir.[2]

Filmin reflexive (öz düşünümsel) sayılabilecek kısımlarından bir diğeri de kapanış sahnesidir. Bu sahnede Beuys bir kez daha kameraya yani seyirciye döner ve düşüncelerini paylaşır. Ancak filmin reflexive (öz düşünümsel) sayılabilecek sahnelerinin filmin başı, sonu ve sahneler arasındaki geçişlerle sınırlı olduğunu belirtmekte yarar var. Nitekim belgesel boyunca yönetmenin kendisini görmediğimiz gibi niçin Beuys’u ele alan bir film yaptığını, belgesel yapım biçimlerine dair tercihlerini ya da bu biçimlere yönelik tavrını öğrenmek de pek mümkün değildir. Kısacası, Nichols’un reflexive (öz düşünümsel) tarzı anlatırken bahsettiği şekliyle filmin “belgesel yapım gelenekleri üzerine”[3] dikkat çektiğini ya da bu konuda bir argüman geliştirdiğini söyleyemeyiz.

Halbuki Beuys’un sanatı ve sanata dair düşündükleri tam da reflexive (öz düşünümsel) bir tavrı çağırır niteliktedir. Beuys, geleneksel sanat düşüncesini karşısına almaktadır. Bir başka deyişle, sanat eserlerinin ancak yetenekli sanatçılar tarafından yaratılabileceğine ve bu eserlerin insanlar tarafından deneyimlense de yalnızca uzmanlar tarafından değerlendirilebileceğine dair kabulleri reddeder. Ve bu sanat anlayışının karşısına her bir bireyin sanatçı, bireylerin tüm eylemlerinin ve bu eylemlerin ürünlerinin ise sanat eseri olduğu düşüncesini çıkarır. Beuys’un bu anlayışı içerisinde, bireylerin eylemleri ile şekillenen toplum da en büyük sanat eseri haline gelir.[4] Dolayısıyla sanat da (bireylerin eylemleri), toplumu (en büyük sanat eserini) biçimlendirmenin bir aracı olur. Belgeselde bu bilgiler genel olarak Beuys’un verdiği röportajlardan ve katıldığı açık oturumlardan parçalarla verilir. Bu sahnelerde her ne kadar voice-of-god[5] biçiminde olmasa da sanat eleştirmenlerinin sık sık birer anlatıcı rolünü üstlendiklerini görürüz.[6]

Reflexive (öz düşünümsel) tarzın da Beuys’un sanat anlayışına benzer bir şekilde belgeselin ne amaçla, nasıl, hangi niyetlerle yapıldığını ifşa ederek izleyicileri, belgeseli deneyimleyen bireylerden ziyade belgeselin bilinçli yaratıcıları haline getirmenin yani eyleyici, toplumu biçimlendirici bir konuma sürüklemenin bir yolu olduğunu iddia etmek mümkündür.

Buna karşılık Andres Veiel’in Beuys’u ele alış biçimi ağırlıklı olarak hem geleneksel sanat anlayışına hem de geleneksel belgeselci tavra (expository-anlatımcı) denk düşer. Bu duruma bir örnek olarak Beuys’un bir galeri içerisine eserini parça parça yerleştirirken çekilen fotoğrafları ile başlayan ve bu eserin niteliği üzerine yapılan tartışmanın yer aldığı sahneyi gösterebiliriz. Sahnenin başında, farklı anlarda eserinin parçalarını yerleştiren Beuys’un fotoğraflarını birbirleri içerisinde erirken izler, eserin adım adım şekillenişine şahit oluruz. Eserin tamamlanışı ile sahnenin ilk kısmı da sona erer. Bir anlamda Beuys’un eserinden yeni bir eser yarattığını söyleyebileceğimiz Veiel, seyircileri birer katılımcı-sanatçı olmaktan ziyade birer izleyici konumuna getirmiştir. Seyircileri sanat eserini (bu durumda Veiel’in eserini) yalnızca deneyimlemek durumunda bırakan bu kısmın hemen ardında da bir açık oturumda Beuys’u ve başka bazı sanat profesörlerini Beuys’un eseri hakkında konuşurken görür; esere dair yetkin bazı yorumları dinliyor izlemini ediniriz. Eseri deneyimleyen biz olsak da değerlendirenler bir kez daha uzmanlardır. Kısacası bu sahnelerin sıralanışı itibariyle geleneksel sanat anlayışı içerisine yerleştiğini iddia etmek mümkündür.

Bir diğer sahne yönetmenin bu tavrının sürekliliğine işaret eder. Beuys’un eserleri GuggenHeim Müzesi’nde toplu olarak sergilenmektedir. Perdede önce Beuys’un eserlerinin görüntülerini yer alır. Ve bu görüntüleri müzeyi ziyaret eden insanlarla yapılan röportajlardan parçalar izler. Ziyaretçilerin birinden “berbat, büyük hayal kırıklılığı” gibi olumsuz sözler duyarken bir diğerinden “çok beğendim, özellikle Homogeneous Infiltration for Piano eseri beni çok etkiledi” gibi ifadeler duyarız. Nihayetinde bu sahnede ziyaretçilerin yalnızca bireysel deneyimlerini seslendirmesine olanak tanınır; değerlendirmelerinin değil. Değerlendirmeyi yapacak olan ise hiç kuşkusuz bir kez daha uzmanlardır. Nitekim takip eden sahnelerde Beuys’un yapıtlarını değerlendirmeye yetkin olan eleştirmenlerle yapılan röportajları dinleriz. Ve bu röportajlar sırasında bu serginin Beuys’un geleneksel sanat anlayışı içerisinde şekillenen çevrede ne kadar önemli bir yer kazandırmış olduğunu öğreniriz. Expository (anlatımcı) tarzla uyumlu olarak bahsedilen ilk örnekte eserin fotoğrafları (görüntüleri) ikincisinde ise hem eserlerin hem de ziyaretçilerle yapılan röportajlar görüntüleri sahnelerin sonunda eleştirmenlerden gelen değerlendirmelerin taşıyıcısı ve hazırlayıcısıdır. Her iki sahnenin sonunda da Beuys’un eserleri onun reddettiği sanat anlayışı içerisinde değerlendirmeye tutulmaktadır.

Şimdi bu bilgilere dayanarak yazının önceki kısımlarında belgeselin reflexive (öz düşünümsel) olarak adlandırdığımız sahnelerin ne anlama geldiğini yeniden düşünebiliriz. Veiel belgeselde imaj-temsil ilişkisine odaklanmış gibi görünmektedir. Filmin başında ve sonunda Beuys’un bir performans sergilemesine izin verir ancak bu da Veiel’e göre Beuys temsillerinden yalnızca biridir. Nitekim bu görüntüler de sahneler arasındaki geçişlerde film şeridinde yer alan bir kareye indirgenir. Film süreç içerisinde farklı zeminlerde ve dönemlerde (eleştirmenler, dostları ve öğrencileri üzerinde bıraktığı izlenimlere yer vererek) yarattığı/yaratılan Beuys imajlarına, Beuys temsillerine odaklanır, bir imajdan bir diğerine geçer. Ve hem bu geçişler aracılığıyla hem de sahnelerde ortaya çıkan anlatıcı (genelde bir eleştirmen) sesin yol göstericiliğinde Beuys’a dair yeni bir anlatı/imaj oluşturur. Bu nedenle Beuys belgeselinin expository (anlatımcı) tavrın belirgin bir örneği olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yönetmenin anlattığı hikayeyi besleyen görüntülerin belge niteliğini değil de imaj niteliğini ön plana çıkararak rexlexive (öz düşünümsel) bir bilinç sergilediğini de göz ardı etmemek gerekir.

Kaynakça

Nichols, Bill. Introduction to Documentary, 2nd ed. Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010.
https://www.youtube.com/watch?v=_qS2rnCfAqM (Erişim Tarihi:09.12.2017)
[1] Reflexive belgesel, en iyi halinde, izleyiciyi bir belgesele ve onun temsil ettiklerine dair daha yüksek bir bilinç biçimine iter. (Bill Nichols, Introduction to Documentary, 2nd ed. (Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010, sf. 198)
[2] Belgeselde Beuys’un tarihte gerçekleştirdiği eylemlere dahil olmadan Beuys’un yaşamı anlatılır ve bu anlatı içerisinde dolaylı olarak Beuys’a dair yargıda bulunulur. Ve bu tavır hiç kuşkusuz tam olarak Nichols’un tanımladığı haliyle expository tarza uygun düşer. Age. sf. 169
[3] Age. sf.151
[4] https://www.youtube.com/watch?v=_qS2rnCfAqM (Erişim Tarihi:09.12.2017)
[5] Nichols’un tarif ettiği şekliyle voice-of-God anlatıcının belgesel boyunca görülmediği durumu anlatmak için kullanılır. Age. sf. 167
[6] Bu durumda ise hiç kuşkusuz filmin expository tarza sahip olduğuna işaret eder.

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir