Konuk Yazar: Engin Onuk
“It’s show time, folks!”
Amerikalı dansçı, koreograf, film ve tiyatro yönetmeni, senaryo yazarı ve aktör olan Bob Fosse’un hayatından esinlenen 1979 yapımı All That Jazz filminden ünlü bir replik, Jimmy McGill, nam-ı diğer Saul Goodman’ın hayatını özetliyor. Filmin başkarakteri Joe Gideon’ın sahneye çıkmadan hemen önce aynada kendi kendine söylediği bu cümle, McGill’in her duruşmadan önce tekrarladığı, ritüelleşmiş bir alışkanlık olarak karşımıza çıkıyor. Mahkeme salonları Jimmy için sadece gösteri yaptığı bir sahneden ibaret.
Bir kadavra kafasıyla seks yapan 19 yaşında 3 genci savunmayı kim ister? Diğer başka 2 gencin durup dururken birer bacağının kırılmasına sebep olmayı kim isteyebilir? Aynı Breaking Bad’in yaptığı gibi, Better Call Saul da sistem içinde yer alan küçük gibi gözüken büyük boşluklardan faydalanıyor. Toplumsal düzende bir suç ağı varsa, adil olduğu varsayılan bir yargı sistemi içinde bu suç ağının yargı önünde savunuculuğunu yapan birilerinin de olması gerekir. Tecavüz, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı gibi davalarda sanık ve suçluların tarafında olan bir avukat, bir kere bu yola girdi mi inşa ettiği kötü şöhretten dolayı bir sonraki müşterilerini de sadece potansiyel ya da gerçek suçlulardan bulabilir. Bir cinsel istismar davasında, sanığın savunuculuğunu yapan bir avukatı kim, neden mağdur sıfatıyla tutmak istesin ki? Böylece Jimmy yaşamak istemediği bir hayata mahkûm olur. Hispaniklerin işlettiği bir kuaförün depo odasını sinek avlayan bir avukatlık ofisi olarak kullanan Jimmy, dava başına kazanılabilecek en komik parayla kendisini ve abisi Chuck’ı geçindirmek zorundadır.
Breaking Bad’de Saul Goodman’ı sadece ikiyüzlü, pislik ve korkak bir karakter olarak izlemiştik. Gevezeliği ve iğrençliği komik ve enteresandı, dahası yoktu. Better Call Saul, bu karakterin arkasında çok daha fazlasının olduğuna ikna etmeye çalışıyor bizi. Kimsenin yapmak istemeyeceği bir işte, işinin zamanla en iyisi haline gelen bir adamın, Heisenberg piyasaya çıkmadan 7 sene önce James McGill’den Saul Goodman’a nasıl dönüştüğünü izliyoruz.
“I just talked you down from a death sentence to six months probation. I am the best lawyer ever!”
Tuco’yu Lars ve ve Carl’ı öldürmemesi için ikna ederken, onların bacaklarının kırılmasına sebep olmasını kendisinin doğru olanı yaptığına ikna edemediği ve kendi iğrençliğiyle hayatının her geçen saniyesinde yüz yüze geldiğini görüyoruz. “Şu ana kadar gelmiş geçmiş en iyi avukatım” derken, buna kendisinin bile kahkahalarla güldüğünü net bir şekilde Jimmy’nin suratından okuyoruz.
Better Call Saul arka arkaya iki bölümle yayına girdi. Breaking Bad’de olduğuğu gibi bolca flashforward göreceğiz gibi gözüküyor. İlk fikri atıldığı zamanlarda komedi olarak düşünülen dizi, gerçekten iyi ki bir komedi olarak çekilmemiş. Sahip olduğu derinliği yitireceği gibi, Breaking Bad’in derinliğine de leke sürebilirdi. Konuşmak için çok erken belki; ama Breaking Bad’i aratmayacağı beklentisini daha başta yaratmayı becerdi. Merakla bekliyoruz.
Bir de not düşmek gerekiyor: Breaking Bad’i izlemeden Better Call Saul’u izlemek, çok iyi bir fikir gibi durmuyor.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.
Güzel yazı, elinize sağlık. Başat dizilerin hemen hepsini izlemiş biri olarak söylemeliyim ki, ilk 10’umun birinci ve ikinci sıralarında Breaking Bad ve Fargo var. Bob Odenkirk ikisinde birden oynuyor. Ayrıca Saul Goodman karakteri, o derinliği en baştan veriyordu.
Saygılar.