Wild Strawberries (1957): Bergman’ın Gündüz Düşleri

Wild Strawberries (1957): Bergman’ın Gündüz Düşleri

Share Button

İnsanların geçmişe duydukları özlemi anlatmak için anılarından bahsetmesi duygusal bir boşalma çabası olduğu kadar yaşanmışlıklara tutunma gayesi ile şimdiyi tanımlama ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Her insanın bir geçmişi vardır; bunun yanında bir de geçmişle bir ilişkisi. Geçmişin muhasebesinin güvenilir bir alana taşıması görevi de gören bu anılara tutunma hali; hesaplaşmanın ötelenmesine / örtülmesine ve arınmanın yapay yolla sağlanmasına sebep olur. Bireyler ya da toplumlar şimdiyi biçimlendirmek için geçmişleri ile etkileşime geçmek zorundadırlar; eğer bu yapılmazsa geçmiş harekete geçer, takip eder ve bugünü işgal etmeye kalkışır. Ingmar Bergman’ın yine yoğun bir imge kullanımı ile anlatısını kurduğu Smultronstallet (Wild Stawberries / Yaban Çilekleri), yaşlı bir profesör olan Ishak Borg’un geçmişle yüzleşme çabasını varoluşsal kaygılar ve bireyin yalnızlığı ile ele alırken; geçmişin anımsamalar halinin tüm güzelliklerine karşı kabul edilmesinin zor olduğu fikriyle izleyiciyi baş başa bırakır. Borg’un çıkmış olduğu yolculuğun geçmişle hesaplaşma / arınma olmadığı, yorgun bir ruhun mecburi seyahati olduğunu algıladığımızda ise yalnızlığın ne meşum bir olgu olduğunu bir kez daha idrak ederiz.

Bergman, Yaban Çilekleri’ni parçalı bir ruhsal metafor olarak, gerçekliği rüyaların ardına saklayarak izleyiciye aktarmayı tercih eder. Anlatı rüyalar ile bölündüğünden -veya kabul rüyalarda gerçekleştiğinden- olayların bütününün Borg’un düşsel bir arınma için kurduğunu da varsayabiliriz. Christian Metz’in film ile rüyalar arasındaki temel ayrımı ısrarla vurgulaması, rüyalar ile film arasındaki ilişkiye dair tüm ontolojik sorunların dışlanmasına yol açmıştır. Rüya gören rüya gördüğünü bilmez ancak izleyici bilir. Bergman ise bu sınırları bulanıklaştırmakta ustadır. Örneğin; Kuklaların Yaşamından filminde Peter’ın anlatmakta olduğu öyküyü, “rüyasında rüya görmekte olduğunu gördüğünde” deneyimlediğini söyler. Bu noktada film bir rüyadır – peki ama kimin rüyasıdır (*) sorusu önem kazanır.

Analitik Psikoloji

Rüya gören kimdir sorusu Yaban Çilekleri için bulanık bir su gibidir: Tersten bir okuma yaparsak Borg’un rüyalarının temeli -İlahi Komedya ile yarışacak bir teatrallik içermesi bir yana- bir tür kendini yalnızlıktan kurtarma çabasından kaynaklandığını söyleyebiliriz ki Borg’un yolculuğa fiziki olarak çıkmamış olma fikrinden hareket edersek -yolculuk sorunsuz geçer, oğlu ve geliniyle sorunlarını çözer, yardımcısı ondan önce gideceği yere varmıştır ve gençler ona hayranlık besler- bu itki Carl Gustav Jung’un Kolektif Bilinçdışı ile paralellik gösterir. Borg’un yolculuk fikrini sosyal baskının geçmişle hesaplaşmasının karşısında konumlandırarak kafasında kurgulamış, bunun sayesinde de kendini rahatlatacak bir iç yanılsamaya inanmak istemiş olma ihtimali olasıdır. Tercih ettiği yalnızlığın yaratmış olduğu sosyal baskıyı bir arınma yöntemi olarak kullanmak, sürekli geçmiş imgelerden medet ummak ve “ben” merkezci bir anlatı bu ihtimali güçlendirmektedir.

Düşsel ya da fiziki yolculuk boyunca Borg gülüşünün ardına sakladığı ve gelini tarafından açıkça ifade edilen egosu -ki Borg’un burjuva olduğu unutulmamalıdır- geçmişle hesaplaşmayı sekteye uğratan engellerin başında gelir. Borg hem benzinci de hem de otostopçular tarafından sürekli iltifat duyar, egosu beslenir. Jung’un analitik psikolojisinden devam edersek ruhsal yapı üç bölümden oluşur: Bilinç, kişisel ve kolektif bilinçaltı. Bilinç; algıları ve anıları kapsar, merkezinde ego vardır. Ancak Jung bilince ikincil önem atfeder. Buradan hareketle Borg’u daha net algılayabiliriz. Öyle ki tutunduğu anılar silik birer algıdan, unutulmuş deneyimlerden ve arzulardan oluşur; hayatını yönlendiren kişisel bilinçaltıdır. Bu, karar verme ve risk alma yetisini zayıflatıp geçmişle bağlarını muğlâklaştırır, mutlu anlara odaklanmasını sağlayıp yalnızlığını perdeler. Diğer taraftan varoluş kaygılarını derinleştirir.

Bergman’ın sürekli sorguladığı kavramlardan olan ölüme yaklaşma / hesaplaşma Yaban Çilekleri’nde melankolik bir bakış açısıyla ele alınır. Her ne kadar rüyalar tedirgin edici olsa da film yalnız kalmanın ağırlığı altında ezilen yaşlı bir adam hakkındadır. Bergman zaman skalasında, şimdi ile geçmiş arasında dolaşırken her ne kadar Borg’u bencil ve acımasızlıkla suçlasa da geçmişi tanımlarken onu değiştirme telaşına da düşer. Açıkça Borg’dan yana tavır alır, onu kurban -Ishak- olarak tanımlar. Böylece izleyici arınmasını tamamlayamamış olan karaktere sempati duyar, huzura ulaşmasını ister. Bergman’ın altını çizdiği tercih edilmiş yalnızlık her ne kadar afili bir tanımlama olsa da, kibir ve egoyu örten bir perdeden ibarettir. İnsan kendini kandırmaya görsün, geçmişe tutunmak için bazen ihtiyacımız olan tek bir kelimedir: Yaban Çilekleri gibi.

(*) Bruce F.Kawin, Mindscreen: Bergman, Godard and First-Person Film.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , ,

2 comments

  1. can

    bu yorumu okuduğunuz takdirde hakkında hiçbir bilgi edinemeyeceğiniz bir film. izlenmesi, tekrar izlenmesi ve tekrar izlenmesi gerekiyor. ve belki bu bile yetersiz kalıyor. bergman sinemasının nadide örneklerinden.

    1. Gökhan Gök
      Author
      Gökhan Gök

      Bergman’ın izleyici ile kurduğu özel bir ilişki var; o yüzden filmleri açıklamak / anlatmak yerine yazıda da aynı Borg gibi anımsamaların peşine düşmek ve bir bütüne ulaşmak benim için daha heyecan verici oldu. Tekrar tekrar hatta belirli aralıklarda Bergman izlemek şart dediğin gibi, ama Bergman sinemasının kişisel bir yolculuk olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple aynı Bergman gibi çağrışımların peşinde koşmak, fikir edinmeyi kişiye bırakmak daha güzel olacak diye düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir