Bazin’den Günümüze Gerçekçilik Kuramı ve Gerçeklik Algısı

Bazin’den Günümüze Gerçekçilik Kuramı ve Gerçeklik Algısı

Share Button

I. Dünya Savaşı sonunda Alman Dışavurumculuğunun biçimsel özellikleri ön plana çıkarma üzerine kurgulanan sinema anlayışının teorik alt yapısının Sovyet Rusya’da karşılık bulması ve sinemada biçimci geleneğin yetkin kuramlarının ortaya çıkmasıyla sinemada biçimcilik geçerli bir kuram haline geldi. Bu kuram II. Dünya Savaşı sonuna kadar etkinliğini sürdürdü. Savaşın etkilerinin, sinema anlatısında yer etmeye başlaması da İtalya’da Yeni Gerçekçi sinemanın doğuşuna yol açtı. Fakat bu sinemanın teorik alt yapısı oluşturulmamıştı. Sadece belli başlı yönetmenlerin elinden çıkan filmlerle etkinliğini sürdürdü. Yeni Gerçekçi filmler genelde uzun çekimler ve sıradan insanların oyunculuklarıyla dramatik eksenini kuruyordu ve savaş koşullarının anlatıldığı, sınıfsal mücadelelerin görünür kılındığı ve faşizmin yerildiği tarzda bir film yapma diskuruna sahipti. İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerin bu yapısı Fransız kuramcı André Bazin‘in ilgisini çekmiş ve Bazin sinemadaki biçimci geleneğin alternatifi olarak gerçekçilik kuramının geliştirilmesinde bu filmlerin önemi üzerine durmuştur.

André Bazin

Bazin, sinemada gerçekçilik kuramını Kracauer‘de olduğu gibi sadece fotografik olan görüntünün gerçekliğe ulaşabileceği yönündeki yaklaşımın ilerisine giderek, kuramına zamansal ve uzamsal bir boyut kazandırmış ve gerçekçilik kuramının felsefi alt yapısını da kurmaya çalışmıştır. Bazin, “sinemada gerçekliği zaman deneyimi ile ilişkilendirmiştir. İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerde yönetmenler zaman deneyiminin sürekliliğini yakaladıkları için, Bazin, Vittorio de Sica’nın Umberto D filmini ‘gerçekçi bir zaman sineması’, ‘süre sineması’ olarak nitelendirir ve bu filmleri gerçekçi bir zaman içinde çektikleri için estetik olarak över” (Akt. Erus). Bazin, İtalyan Yeni Gerçekçi filmler için “Böylesine savaş-sonrası filmleri kendi hikâyelerini gerçek zaman içinde oluşturuyordu, klasik kurgulamanın kaçınılmazlığına ve çabukluğuna açıkça itiraz ediyordu” (Andrew, 2010:262) değerlendirmelerini yaparak bu filmlerin gerçekçi kuramla ilişkilerinin nedenlerini ortaya koyar. Bazin’e göre sinemanın gerçekliği “kesinlikle konunun gerçekçiliği ya da dışavurumun gerçekçiliği değildir, bunun yerine uzamın gerçekçiliğidir, onsuz hareket eden imgeler sinemayı oluşturamaz” (Bazin, 2011:112). İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerin muhteviyatıyla Fransa’da Yeni Dalga akımının bu gerçeklik nosyonunu belli oranlarda içererek oluşmasında André Bazin öncü bir rol oynamıştır. Her ne kadar Yeni Dalga filmlerinin, kolektif itkiyi yansıtmada batı modernizminin etkisiyle çok başarılı olamaması ve eklektik yapısıyla İtalya’daki Yeni Gerçekçi filmlerden yer yer uzaklaşmasıyla ilgili olarak çeşitli sorunlar yaşasa da, gerçekçi film kuramının yetkin örneklerini içerecek yapıda örnekler de sunmuştur.

Sinemanın ilk önemli kuramlarından biri olarak gerçekçilik kuramı günümüzün farklılaşan sinema teknolojilerinde ve yaşantı pratiklerinde de etkilerini gösterse de, temelini oluşturan gerçekçi uzamsal yaklaşımın çeşitli yollarla aşılmasıyla birlikte bazı gediklere gebe olmaktadır. Özellikle “Dijital teknoloji ile birlikte gerçeklik, orijinallik ve uzam konseptleri yeni anlam kazanmıştır. Çağdaş görsel görüntü dünyasında görüntünün dijital ve analog manipülasyon biçimleri geleneksel zaman nosyonuna karşı çıkan geniş bir görüntü düzeyi yaratmaktadır” (Erus). Dijital olarak elde edilen görüntü artık nesneyi olduğu gibi kaydetme yerine kaydedilen görüntüdeki oynama olanağı sağlama özelliğiyle sinemanın ilk dönemindeki fotoğrafla kurduğu ilişkiyi etkilemiş ve sinemanın daha çok resimle ilişkili olma halinin bir tezahürüne dönüşmüştür. Bu dönüşüm de sinemadaki gerçeklik algısı üzerinde bir yapı-bozumu oluşturmuştur.

Günümüz toplumlarında sanatın bir kavramla ya da kuramla ilişkisi de sorgulanır hale gelmiştir. “Günümüzdeki soyutlama biçimlerinin haritacılık, suret çıkarma ya da kavramla bir ilişkisi kalmamıştır… Bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine simülasyon denilmektedir. İnsan yaşamında artık gerçeğin yerine alan simülakrlardan söz edebiliriz” (Baudrillard, 2010:13-14). Bu değerlendirmeyle düşündüğümüzde ontolojik gerçeklik kavramı üzerine kurulan bilim söylemleri ve yeni teknoloji oluşumları bir kod diziliminden türedikleri için simülakrlarla değiş tokuş edilecektir. “Bundan böyle bir varlıkla çeşitli görünümleri; gerçekle gerçek kavramına özgü bir ayna/yansıma olmayacaktır… Artık rasyonel bir gerçekliğe ihtiyacımız olmayacaktır, zira “gerçek” ideal ya da negatif süreçlerle baş edebilecek bir durumda değildir” (Baudrillard, 2010:14-15). Baudrillard’ın simülasyan kavramından hareketle ‘teknolojinin geldiği noktada insanlar her türlü düşsel ve gerçek ayrımından yoksun, yalnızca aynı yörüngede dolaşan modellere dayalı ve farklılık simülasyonu üretiminden ibaret bir hipergerçeklikten ibarettir’ yorumu sanırım abartılı olmayacaktır. Günümüzün bilimcilik anlayışının bir yansıması olarak teknolojiyi bu şekilde okuduğumuzda Bazin’in sinemaya dair geliştirdiği gerçekçilik kuramınında önemli bazı yarıkların oluştuğunu görebiliriz.

Minority Report (2002)

Bu yarıkların izini sürmede Steven Spielberg’ün yönettiği Minority Report (Azınlık Raporu, 2002) filmi bize yardımcı olabilir. Film, 2054 yılında Washington’da suçu önlemeye yönelik bir sistemin kurulmasını konu edinir. Kâhin özelliği bulunan ve suç daha düşünce aşamasındayken görüntüleri kaydeden “Pre-Cog”lar adalet bakanlığına bağlı olarak çalışırlar. Minority Report filminde suçu önleyip, kusursuzlaşan bir toplum yaratma tahayyülünün altında iktidar açısından oldukça belirgin amaçlar vardır. Baudrillard, Minority Report filmini örnek göstererek bu konuda çarpıcı bir tez ortaya atmıştır. Gelecekle ilgili yapılan programlarda önlem almanın genetik ya da intra-genetik bir şekilde olmasının düşünüldüğünü ve “suç geni”nin daha bebeğin doğum aşamasında cerrahi bir müdahaleyle alınıp, bizleri potansiyel suçlu gören iktidarın bir tür profilaktik sterilizasyona başvuracağını belirtir. Hemen sonrasında bu durumun yol açabileceği olası sonuçlara değinir: “Bu güdümleme geleceğin insanı konusunda bir fikir vermektedir. Bu insan gözden geçirilip, rektifiye edilmiş bir varlık olacaktır. Daha baştan zaman içinde ulaşması gereken ideal insan özelliklerine sahip olacaktır, yani asla kendi olamayacak hep ideal varlık olarak kalacaktır…” (Baudrillard,2005:26). Minority Report ile ilgili bu değerlendirme dikkate alındığında insana gerçeklikle ilgili sunulan tek yol vardır; o da sterilleşmesi, ideale ulaşması olacaktır. Bu tahayyülden yola çıkarak gerçekliğin hipergerçekliğe dönüştüğü bir dünya tasavvur etmek hiç de uzak bir ihtimal olarak görülmemektedir. Gerçekçi kuramın, günümüzde yaşanılan dünyanın bu şekilde tezahürüyle ilgili bir göndermesinin olmaması kuşkusuz bir eksiklik olamaz ama bu kurama yaklaşımımızı değerlendirirken yaşanılan dünyanın hangi gerçeklik nosyonuyla harmanlandığı sorusunu da aklımızda tutmamızda yarar var diye düşünüyorum.

Kaynaklar:

1) Andrew, Dudley (2010), Büyük Sinema Kuramları, çev. Zahit Atam, İstanbul: Doruk Yayınları
2) Baudrillard, Jean (2010), Simülakrlar ve Simülasyon, çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları
3) Baudrillard, Jean (2005), Şeytana Satılan Ruh Ya Da Kötülüğün Egemenliği, çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları
4) Bazin, André (2011), Sinema Nedir?, çev. İbrahim Şener, İstanbul: Doruk Yayınları
5) Erus, Zeynep ve Hale Künüçen, “Sinema ve Gerçeklik: Selüloidden Dijitale”

, , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir