- Balık filmini izlerken iki şey takip ediyorsunuz; Derviş Zaim’in artık takipçilerince malumu olan temaları ve sinematografik yenilikleri. Sinematografik anlamda bir yenilik yok bu filmde. Daha önce Tabutta Rövaşata’da kullandığı flashforward (daha sonra ortaya çıkması gereken olayların önceden verilmesi) dışında klasik anlatıyı tercih etmiş yönetmen. Bu tercih de sıradan seyircinin filme katılımını kolaylaştırıyor. Bu film için Zaim’in seyirliği en kolay filmi diyebiliriz.
Kimlik siyasetine gömülmüş sözde politik filmler ile kültüralizmin kıskacındaki taşra söylencelerinin hâkim olduğu Yeni Türkiye Sineması’nda soluk almak için önemli bir uğrak; Derviş Zaim sineması. Derviş Zaim bu filminde yine kimsenin el atmadığı bir konuya el atıyor ve insan-doğa ilişkisini kendine has temalarını eklemleyerek işliyor.
Balık filmini izlerken iki şey takip ediyorsunuz; Derviş Zaim’in artık takipçilerince malumu olan temaları ve sinematografik yenilikleri. Sinematografik anlamda bir yenilik yok bu filmde. Daha önce Tabutta Rövaşata’da kullandığı flashforward (daha sonra ortaya çıkması gereken olayların önceden verilmesi) dışında klasik anlatıyı tercih etmiş yönetmen. Bu tercih de sıradan seyircinin filme katılımını kolaylaştırıyor. Bu film için Zaim’in seyirliği en kolay filmi diyebiliriz.
Balık filmi bir balıkçı köyünde yaşayan ve kızları konuşamayan bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Bir yanda daha çok para kazanmak için balık avlarken kimyasal madde kullanmaktan çekinmeyen baba, diğer tarafta kızını dedesinden öğrendiği geleneksel bir yöntemle -ki annenin kendisi de çocukluğunda konuşamazken dedesinin yedirdiği balıklar sayesinde konuşabilmiş birisidir- iyileştirmeye çalışan anne. İyileşmek / iyileştirmek Derviş Zaim sinemasının tekrarlayan temalarından birisidir. Bazen maddi bir hastalığa şifa bulmak için çabalayan; bazen de manevi yaraların iyileşmesi için acı çeken karakterler sık sık karşımıza çıkar. Çamur filminde başkarakter Ali esrarengiz bir hastalığa yakalanıp sesini kaybeder ve şifalı olduğuna inanılan çamur sayesinde iyileşmeye çalışır. Frenk resmi yaptığı için acı çeken Cenneti Beklerken’in Eflatun Efendi’si ve inancını kaybettiği için yazamayan hattatın öyküsünün anlatıldığı Nokta’nın Ahmet’i de manevi yaralarını iyileştirmek için bir yolculuğa çıkarlar. Hastalığın Zaim sinemasında bir alegori olarak var olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en güzel örneği de Filler ve Çimen filminde Havva Adem’in sakat olan kardeşinin Susurluk kazası ile sakatlanmış Türkiye’nin alegorisi olarak verilmesidir.
Balık’ta kızının “olmayan sesini bulmak” için baba, doktorların bu işi halledeceğini ve tıbba güvenilmesi gerektiğini söylerken; filmin başından beri mistik bir anlam yüklenilen anne ise dedesinin yardımları ile bu hastalığın bertaraf edileceğine inanır. Bu noktada filmin çatışma evreninin geleneksel ile modern arasında olduğunu söyleyebiliriz. Anne, dedesiyle rüya aracılığı ile bağ kurar ve kızının hastalığı için yardım ister, dedesi ona yardım eder ve filmin finalinde kız iyileşir. Kızın tıbbi olarak tedavisinin de devam ettiği düşünüldüğünde aslında seyirci olarak kızın tıbbi yollarla mı, yoksa dedesinin yardımı ile mi iyileştiğini bilemeyiz. Babanın doktor ile konuştuğu sahnede karısının başından geçenleri başkasının başından geçmiş gibi anlatan babaya doktorun; “Bilim böyle şeylere inanmaz ama kızım balık yesin mi diye sorarsan yesin tabii.” diye cevap vermesi bize Derviş Zaim’in gelenekseli de bilimi de dışlamayan bir tavır takındığını ima eder. Cenneti Beklerken’de frenk resmi yaptığı için acı çeken Eflatun Efendi’nin yolculuğun sonunda -buna bir nevi seyr-i süluk da denebilir- kendisi de ustası yolculuktayken frenk resmi yaparak hastalanmış olan Gazal Efendi’ye hitabını -filmin de son sahnesidir- hatırlayalım: “Eskiye dönmek için yeni bir yolculuğa çıkacaksın. Bir frenk resmi yapacağız. Kimi vakit tasvir tarzıyla nakşedeceğiz. Bazen her iki tarzı da birbirine sirayet ettireceğiz […] Hep iyileşmeyi bekleyeceğiz, hep arayacağız.” Bu arayışın Balık’ta da devam ettiğini söyleyebiliriz. Kültürlerin birbirlerini zenginleştirdiğine inanan ve her türlü özcü yaklaşımdan uzak olan bir yönetmenin kızın iyileşmesinin sebebini açıkça belirtmemesi bundandır.
Zaim’in tekrar eden temalarından bu filmde belirgin olan diğer tema vicdandır. Bülent İnal’ın canlandırdığı baba -yani Kaya- karakteri daha fazla kazanmak, daha çok sahip olmak için doğaya zarar vermekten çekinmeyen, bunun için her şeyi göze alan, kimi zaman yasadışı yollara başvuran ve doğaya salt sömürülmesi gereken bir nesne olarak bakan ve annenin şifa olsun diye yakalayıp kızına yedirdiği nadir bulunan balıkları çoğaltıp satmayı düşünen filmin kötü adamı, filmin vicdan terazisini de temsil ediyor. Kimyasal madde kullanarak avladığı balıklardan yiyen köy ahalisi zehirlenmeye başladığı ve en yakınındaki insanlar zarar gördüğü anda ortada hiçbir suçlama yokken karakola gidip suçunu itiraf etmesi filmin önemli kırılma noktalarından biridir.
Dede, annenin rüyasına girerek kızın iyileşmesi için üç nasihatte bulunur. Birincisi türüne pek rastlanmayan balık türünü bulup kıza yedirmek, ikincisi son kalan balığı büyütüp beslemek, üçüncüsü her geçen gün daha da kirlenen göl için bir şeyler yapmaktır. Zaim’in karakter isimleri üzerinden bir sembolizasyon yaptığını önceki filmlerinden biliyoruz. Burada dilsiz kızın isminin Deniz, babanın isminin Kaya olmasının bir sembolizasyon olduğu açıktır. Annenin; “Deniz’in iyileşmesi için göle fitre vermeliyiz. Göl için bir şeyler yapmalıyız.” çağrısına baba film boyunca sessiz kalır hatta aksine göle ihanet etmeye devam eder. Fakat tüm olup bitenlerden sonra kendisini ihbar edip hapse girmesi en nihayetinde göl için yapılmış bir iyiliktir; hatta filmin kapanış sahnesinin bu kötü adamın yine göl için bir iyilik yaparken bitmesi de manidardır. Yani kızı Deniz’in iyileşmesinde bilimin ve dedenin yöntemlerinin yanına babanın vicdanını devreye sokarak göle yaptığı bu iyilikleri de koymamız böylece Zaim sinamatografisinin evrensel temasını oluşturan eski ve yeninin sentezinin yanına vicdanı da yerleştirmemiz gerekir. Nasıl ki Gölgeler ve Suretler gibi kimlik siyeseti yapmaya çok açık bir filmde bile ustaca bir titizlikle insanın hamurunda kötülük olduğuna vurgu yaparak anlattıysa meselesini, Balık’ta da vahşi kapitalizm, emperyalizm, sömürü gibi argümanlara yaslanmadan -asla bu kavramları es geçtiğini söylemiyorum- insanın karanlık tarafına vurgu yapması ve yine vicdanı sorunsallaştırması önemlidir. Gölgeler ve Suretler’de konuşturduğu Hacivat’ın sözlerini hatırlayalım; “Gölgene dikkat edeceksin müdür, karanlık tarafına hükmedeceksin. Gel şu mağaraya da gölgene bak şimdi.” Kaya karakterinin gölgesine hükmedip hükmedemeyeceğini henüz bilmiyoruz ama gölgesine dikkat ettiğini ve vicdanı ile hareket ettiğini görüyoruz. Bu çerçevede yönetmenin Kaya karakterini hapisten çıkartarak ona bir şans tanıması da önemli. Kaya’nın vicdanının açtığı yolda ilerlemesi ve hem göl için hayırlı bir iş hem de kızı için bir jest yapması yönetmenin insanoğlunun doğa ile olan ilişkisinde bir parça da olsa umutlu olduğunu gösteriyor. İnsanın iyileşebilir bir varlık olduğunu hem kızı konuşturarak hem de Kaya’nın vicdanını onararak bizlere gösteriyor. Tabi, bu umut ışığının yeşermesi için doğaya kurban verilmesi gerçeğini de gözardı etmiyor. Sonuçta hiçbir iyileşme ve arınma bedelsiz elde edilmiyor.
Balık filminde daha önce Devir’de karşılaştığımız bir başka mesele ile karşılaşıyoruz: Yerine ikame etme… Devir’de öldürülen bir hayvanın şaman inancına göre tekrar dirildiğinde sakat ve eksik doğmaması için kemiklerinin tam olarak gömülmesi, kemikleri eksik ise tahtadan yerine ikame yapılması gerektiğini öğreniyoruz. Boynuzları için öldürülen geyiğin vicdan azabı yarattığı çobanın tahtadan bir boynuz yaparak geyiğin ölüsünün yanına bırakması gibi naif bir sahne ile bitiyor film. Çoban böylece geyiğin yeniden dirildiğinde sağlam olarak dirileceğine inanıyor. Balık filminde ise Kaya, köye geri döndüğünde kızının annesinin tembihlediği gibi son kalan balığı büyüttüğünü görüyor. Bu son balık ölüyor ve kızın haberi olmadan baba balığı ona getireceğini söyleyerek balığın aynısını bulmaya çalışıyor. Yine kendisinin vesile olduğu bir olay sayesinde balığın yerine bir başkasını ikame ediyor. Film bu bağlamda da iyimser bir tavır sergilerken bize adeta şunu hatırlatıyor: Hala yitirdiklerimizin yerine ikame edeceğimiz bir şeyler var ve fakat birgün doğanın sonunu getirirsek ve öbürünün yerine ikame edeceğimiz bir şey kalmazsa elimizde… O zaman insanoğlu ne yapacak? Yani son balık öldüğünde ne yapacağız?
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.