- Filme “işçi filmi” demek filmi bir “şey”e indirgemek olacağından bu tanımı kullanmamayı yeğliyorum; ancak bu filmin Türkiye’de -benim izlediğim- son yıllarda çekilmiş en gerçekçi ve en sahih sosyal gerçekçi film olduğunu söyleyebilirim. Kimlik siyasetiyle frapanlaştırılmış sözde sosyal gerçekçi filmlerin aksine bu film sade ve acımasız bir şekilde işçi cinayetlerine odaklanıyor ve o gösterişli binaların, kulelerin, birkaç mahalle büyüklüğünde sitelerin ve görkemli mimari şaheserlerin altında; işlenen cinayetlerin, gasp edilen hakların, sömürülen emeğin resmini çizmeyi başarıyor.
Antalya ve Adana Film Festivallerinden ödüllerle dönen ve gösterildiği başka festivallerde de seyircinin ilgisini çeken Kıvanç Sezer’in ilk uzun metraj filmi Babamın Kanatları, Türkiye’de sık yapılıyor gibi görünse de çoğu kez bir yığın sahteliğin gölgelediği sosyal gerçekçi filmin sahici örneklerinden biri. Dardenne Kardeşler’in ve Ken Loach’un sinemalarından aşina olduğumuz alt sınıftan insanların yaşama tutunma mücadeleleri bu kez İstanbul’a çeşitli bölgelerden -çoğunlukla Doğu’dan- göçen ve inşaatlarda çalışan işçilerin temsili ile karşımıza çıkıyor. Filme “işçi filmi” demek filmi bir “şey”e indirgemek olacağından bu tanımı kullanmamayı yeğliyorum; ancak bu filmin Türkiye’de -benim izlediğim- son yıllarda çekilmiş en gerçekçi ve en sahih sosyal gerçekçi film olduğunu söyleyebilirim. Kimlik siyasetiyle frapanlaştırılmış sözde sosyal gerçekçi filmlerin aksine bu film sade ve acımasız bir şekilde işçi cinayetlerine odaklanıyor ve o gösterişli binaların, kulelerin, birkaç mahalle büyüklüğünde sitelerin ve görkemli mimari şaheserlerin altında; işlenen cinayetlerin, gasp edilen hakların, sömürülen emeğin resmini çizmeyi başarıyor. Film ilk sekansından itibaren -ki etkileyici bir açılış sekansına sahip- seyirciye Walter Benjamin’in şu sözünü hatırlatıyor: “Hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık vesikası olmasın.”
Film, inşaat işçisi İbrahim’in (Menderes Samancılar) kanser olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. İbrahim, yeğeni Yusuf (Musab Ekici) ile beraber ailesinin geçimini sağlamak için İstanbul’da -hayli ilerlemiş yaşına rağmen- gençlerle inşaatların kenarına iliştirilen prefabrik bir yapıda konaklayarak minimal bir yaşam sürdürüyor. Asla sahip olamayacakları ve bitirdikleri zaman belki kapıdaki güvenlik görevlisi tarafından içeri bile alınmayacakları bir toplu konut inşaatının şantiyesi, İbrahim ile yeğenine iki ayrı kapı açıyor. Film burada bir varsıl-yoksul dikatomisi kurmak yerine hayatın acı gerçeklerini tecrübe etmiş İbrahim ile yükselme hırsı olan ve kendisinin de bir gün işvereni gibi güçlü ve zengin olabileceğine inanan yeğeni Yusuf arasında bir paralel öykü kuruyor. İbrahim’in ölüm ve yaşam arasındaki gelgitleri ile Yusuf’un zenginleşme ümidi, film metninde diyalektik bir kurgu yaratıyor; ancak bu ikileşme film metni boyunca seyirciyi beslemek için yeterli olmuyor. Filmin en zayıf noktasının senaryo olduğunu düşünüyorum. Zira güzel bir hikâye, gerçekçi ve seyirciyi hikâyenin içine çeken oyunculuklar, seyircinin algısını yönlendiren başarılı aktüel kamera kullanımı bir ilk film için son derece dikkat çekici; fakat filmin klasik dramaturji kurarak İbrahim’in dramına odaklanmak yerine Yusuf’u ve onun sevgilisini de hikâyeye katarak kurduğu yan hikâye ve paralel kurgu seyirciye neredeyse bir ara İbrahim’in hikâyesini unutturuyor. Kamera son derece objektif kalıyor; hatta neredeyse İbrahim’in dramına duyarsız kalıyor da diyebiliriz. Tabii bu da bir tercih meselesidir. En nihayetinde yönetmenin işi “seçmek” ve bir “tercih”te bulunmaktır. Kıvanç Sezer’in senaryoyu yazarken bu noktada doğru bir tercih yapmadığını düşünüyorum. Filmdeki halay sahnelerinin ve Bajar Müzik Grubu’nun etkileyici müziklerinin de bir yerden sonra senaryoda yaratılamamış gerilimi tırmandırmak için kullanılarak eklektik bir yapıya dönüşmesi ve bir bağlaç olarak kullanılması da göze batıyor.
Bu tür eksikliklerine rağmen bu hafta vizyonda seyirci ile buluşacak Babamın Kanatları, kaçırılmaması gereken haftanın en iyi filmi. Menderes Samancılar, Musab Ekici ve Kübra Kip’in oyunculukları görülmeye değer. Gerçekçi diyaloglar ve abartıya kaçmadan inşa edilmiş başarılı jest ve mimikler övgüyü hak ediyor. Nicedir Türk Sineması’nda “modern social realist fiction” izleyemediğimizi, post-modern paradigmaların ve kimlik siyasetinin domine ettiği sakil filmlerin öne çıkarıldığını düşünüyorum. Bu film hâkim paradigmanın aksine meselenin özüne odaklanan ve işçi cinayetlerini merkezine alarak insanın hikâyesine değer veren bir film. İnsan onurunun ayaklar altına alındığı bir çağda insana değer vermek ve bunu yaparken de insanı sadece insan olarak ele almak, herhangi bir aidiyet ile ona yaklaşmamak filmi değerli kılıyor. İlk filminde önemli bir işe imza atan Kıvanç Sezer, gelecek filmleri için umut vadediyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.