‘Beyaz Sinema’ tanımını literatüre kazandıran ve teorisyeni olarak bilinen Abdurrahman Şen “Milletimizin dinine, diline, örfüne, âdetine, kültürüne, ananesine, manevi ve maddi miraslarına saygılı olarak üretilen sinema eserlerine Beyaz Sinema diyorum” cümlesiyle tanımlıyor Beyaz Sinema’yı. Beyaz Sinema’nın önde gelen yönetmenlerinden Halit Refiğ’in, Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filmi için Dergâh Yayınlarından çıkmış ‘Ulusal Sinema Kavgası’ adlı kitapta yaptığı eleştiriler bu tanımı doğrular nitelikte. Refiğ’e göre ‘Umut’ filmi gerçekçi değildir. Hiçbir ağanın kapısına gelen köylüyü geri çevirmeyeceğini ve kökü ahiliğe dayanan Türk esnafının dayanışmasının filmde yer almadığını belirten Refiğ, filmin Türk toplumsal yapısına hiç de uymayan bir sınıf edebiyatı yaptığını söylemekte ve Anadolu topraklarının tasavvufi inancı yerine Batıcı yaklaşımla Hıristiyan teolojisine yakın bir anlatı içinde olduğunu söylemektedir.
Bazı çevreler tarafından muhafazakâr/İslami sinema olarak adlandırılan bu akım uzun süredir tartışılıyor ve tartışılacağa benziyor. Son olarak yönetmenliğini İsmail Güneş’in yaptığı ‘Ateşin Düştüğü Yer’ filmi, Altın Portakal Film Festivali’nin yarışmalı bölümüne seçilmemesi ve Montreal Film Festivali’nden ‘En İyi Film’ ve ‘FIPRESCI’ ödüllerini almasıyla bu tartışmanın içerisinde yer bulmuştu. Filmin, Türkiye’nin Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Aday Adayı olmasıyla bir kere daha tartışılmaya başlanması hiç şaşırtıcı olmadı.
Filmde, Elazığ’dan Fethiye’ye göçmüş yoksul bir ailenin dramı anlatılıyor. Portakal bahçelerinde bekçilik yaparak geçimini sağlayan ailenin hayatı, rahatsızlanan kızlarını hastaneye kaldırmalarıyla birlikte değişiyor. Hastanede kızları Ayşe’nin hamile olduğunu öğrenen baba büyük bir yıkıma uğruyor ve her doğu ve doğulu temalı filmlerde olduğu gibi töre, namus ve cinayet üçgeninde seyredecek bir hikâye başlıyor.
Filmde duyulan ezan sesleri, babanın mescitte Allah’a yalvarımı gibi sahnelerle mi filmi muhafazakar sinema içerisine dâhil ediyoruz, yoksa yönetmenin kendisinin muhafazakar bir yaşamı benimsemesinden kaynaklı mı bilemiyorum. Eğer öyleyse Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı ‘Uzak İhtimal’ filmini de mi muhafazakâr sinema olarak adlandıracağız? Zira filmde bir müezzin ve rahibenin arasındaki imkânsız aşk anlatılırken birçok İslami ritüele şahit oluyoruz. Senaristlerinden Tarık Tufan’ın muhafazakâr bir yazar olduğunu da unutmayalım. Peki, bu filmlerin muhafazakâr sinema adı altında anılması iyi bir film olmaları önünde bir engel mi teşkil ediyor? Halit Refiğ’in, Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filmini gerçekçi ve Türk toplumsal yapısına uygun bulmaması, ‘Umut’ filminin iyi bir film olmadığının kanıtı mıdır? Ya da ‘Umut’ filminin Türkiye Sineması için bir dönüm noktası olduğu gerçeğini değiştirir mi bu yaklaşım?
Zahit Atam, Birgün Gazetesi’ndeki köşesinde, ‘Güzelliğin On Par’Etmez’ filminin Türk filmi mi tartışmalarına ‘Filmin milliyeti üzerine… Meslek birliklerine açık mektup…’ isimli yazısıyla dâhil olmuş ve bana göre tartışmalara son veren açıklayıcı bir yazı yazmıştı. Yazısında filmin milliyetini maddeler halinde gün yüzüne çıkartan Atam, aslında bunu yaparak filmin milliyeti üzerine yapılan tartışmaların ne kadar gereksiz ve yersiz olduğunu anlatıyor. Bu yazının referansıyla muhafazakâr sinema adı altında tartışılan, filmin dini olarak kavramlaştırabileceğimiz tartışmaların da yersiz ve gereksiz olduğunu söyleyebiliriz. Zira filmin eksikliklerinden çok (özellikle senaryo olarak) bu tarafı konuşulur oldu.
Filmin milliyeti ve dini tartışmalarından zaman bulunabilirse, Türkiye Sineması ve sinemacılarına katkı sağlanması amacıyla ulusal pazar oluşturulması ve uluslararası pazarlarda tanınması için gerekli çalışmaların başlatılmasına ön ayak olunabilir umarım.
‘Ateşin Düştüğü Yer’, İsmail Güneş’in şiddet üçlemesinin son halkası. Üçlemenin ilk iki halkası ‘Gülün Bittiği Yer’ ve ‘Sözün Bittiği Yer’ filmlerinin son film kadar başarılı olmadığı aşikâr. Yönetmenin ‘Ateşin Düştüğü Yer’ ile sinema kariyerinde yükselme yaşadığı birçok kişinin hem fikir olduğu bir konu. Güneş’in, filmin ilk sekansında hiç kesme yapmadan yaklaşık 4-5 dakikalık tek plan çekiminin başarısı bu konuyu destekler nitelikte. Bu çekimin benzerlerini Derviş Zaim’in ‘Nokta’ filmindeki tek plan çekimlerinde de görmüştük. Yapım, ikinci bölümüyle birlikte Wim Wenders filmleri benzeri bir yol filmine dönüşüyor.
Teknik açıdan başarılı bir film çıkarmış olsa da senaryo açısından tatmin edici bir iş çıkaramamış Güneş. Benzerini Reis Çelik’in ‘Lal Gece’sinde de gördüğümüz kadına uygulanan şiddeti meşrulaştırıcı bir erkek bakış açısı mevcut ne yazık ki senaryoda. Yerli filmlerin en büyük çıkmazı kötü karakterlerin, yaptıkları karşısında duyduğu (ancak filmlerde olur dediğimiz) pişmanlık. Çocuk gelinler ve namus cinayetleri gibi ülkenin büyük sorunlarından biri olan, kadına uygulanan şiddeti anlatmaya girişen yapımların erkek yönetmenleri, aslında erkeğin de bir kurban olduğunu belirtme gereksinimini neden duyarlar anlam veremiyorum. Güneş’in ‘Ateşin Düştüğü Yer’ filmi de Reis Çelik’in ‘Lal Gece’si gibi şiddet bu mu dedirtiyor bize? Gerçek şiddet bu kadar masum mu?
Filmin görüntü yönetimi, kurgusu ve yerinde kullanılan müzikleri oldukça başarılı. Ancak bu, senaryodaki aksaklıkları kapatmaya yetmiyor. Senaryodaki gerçekten uzak dramatik yapı filmin çıtası yüksek bir yapım olması üzerinde çok büyük bir engel.
Not: Bu yazı ilk olarak otekisinema.com internet sitesinde yayınlanmıştır.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.