Full Metal Jacket (1987): Anti-Militarist Bir Film

Full Metal Jacket (1987): Anti-Militarist Bir Film

Share Button

“Bütün savaşları, dövüşemeyecek kadar korkak olan, bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın bütün gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır.”
Emma Goldman

Savaş, somut olarak faaliyete geçmediğinde bile her daim var olan fazlasıyla gerçek bir tehlikedir. Militarizmin, dünyaya barış ve huzur sağlayabileceğini düşünmek sakat bir yaklaşımdır. Acıyı, her türden yoksulluğu ve sefaleti beraberinde getiren savaşlar, her zaman iktidarı elinde bulunduran kitlelerin yönetiminde fakat bütün olumsuzluklara maruz kalan halk kitlelerince yapılır. Rahat koltuğunda oturan iktidarın militarizmi desteklemesi halkın çıkarlarına hizmet ettiği düşüncesini alt üst etmektedir. Sadece kendi çıkarlarını gözettikleri, hep bir adım geride durmalarından anlaşılabilir ve sonuç olarak savaşın kapitalizmin amacına hizmet etmek dışında bir amacı yoktur.

Kubrick Sineması ve Savaş

Sinema, varoluş gücünü gerçeklik payının düzeyinden alır ve sinemada savaş, taraf ve bertaraf olarak ayrılmaktadır. Bir tarafta savaş yanlısı ve savaşı öven militarist filmler varken diğer tarafta savaş karşıtı daha da önemlisi savaşın aslında ne anlama geldiğini açıkça ortaya koyan filmler yer almaktadır. Full Metal Jacket’in usta yönetmeni Stanley Kubrick savaş filmlerini şu şekilde tanımlamaktadır: “Savaşın iyi niyetlisi olmaz. Bir savaş filmi, savaşı asla haklı göstermemeli, onu taçlandırmamalı, göklere çıkarmamalıdır. Bir savaş filminin yapması gereken tek şey, savaşın gerçekte ne olduğunu göstermektedir.”

Full Metal Jacket, Stanley Kubrick’in Vietnam Savaşına dramatik bir bakış açısı ile Amerika’nın savaş politikasını gözler önüne serdiği ayrıca savaşın insan üzerindeki psikolojik etkilerini sunduğu anti-militarist bir yapım. Vietnam Savaşı’nın, Kubrick anlatımıyla bezendiğinde farklı bir kalıbın içinde sunulacağını tahmin etmiştim. Yönetmen tam da olduğu gibi Vietnam’a kapitalist ve sömürgeci anlayışla müdahalede bulunan Amerika’nın amaçlarını cesurca ortaya koymaktadır. Tam sekiz yıl süren ve tarihin en kanlı savaşı olarak anılan Vietnam Savaşı’nda Amerikan ordusunun amacı bilinen tarihin anlattığı gerçek (Güney Vietnamlıları Kuzeylilerden kurtarmak) değil de, Pasifik’in ucunda yer alan Güney Vietnam’ın komünist Çin yönetimine geçmesini önlemektir. Kubrick, bu durumu filmde kahramanların gerek diyaloglarıyla (ki bu noktada filmin, her birinin sayfalarca inceleme gerektiren diyaloglarla dolu olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim) gerekse de alt metin vurgularıyla çarpıcı bir şekilde göstermektedir.

Film, alışılagelen dramatik savaş filmlerinin insanı geren yapısının uzağında bir nitelik taşımaktadır. Savaşın yapısal özellikleri ön planda tutulsa da,  silah seslerinin duyulmadığı kısımların çoğunluğunda askerlerin diyalogları ve beraberinde gelişen olaylarda komedi havasının hâkim olduğu bile görülebiliyor. Yönetmen, filmin belirli bir kalıba girmemesine özen göstermiş ki konuyu eğitim ve savaş gibi iki ayrı bölüm üzerinden işlemesi sanıyorum bu yüzden. Filmin ilk bölümü olarak nitelendirilen eğitim kısmında askerlerin psikolojisinin nasıl bozulduğunu, kişiliklerinin nasıl ezildiğini anlatmaktadır. Fakat bunu yaparken sıradan, klişelerle dolu savaş filmlerinin dışına çıkarak bir devrim niteliği taşır ve askeri itaat rejiminin kişiler üzerinde yarattığı tahribatı birebir askerlerin gözünden verir.

Tabii ki çoğu savaş filmlerinde sıklıkla yer alan sahneler de yok değildir. Örneğin, eğitime uyum sağlayamayan bir askerin (Er Pyle), zorlu eğitim sürecinde psikolojisi bozulur ve cinnet geçirip intihar eder. Bu sahne yeterince tanıdıktır. Savaş filmlerinde karşımıza çıkan, hiç uğruna insanların öldüğü, savaş sırasında değilse de yaşadıkları koşulların ağır olması nedeniyle gençlerin ruhsal bozukluklar yüzünden bunalıma girdikleri bu olay fazlasıyla gerçektir ve bu olayı görmezden gelmek savaşın o acımasızlık ve anlamsızlık duygusunu eksik bırakmak anlamına gelecektir.

“Öldürmek İçin Doğdum”

Filmde en çok vurgulanan öğe saflık derecesinde iyi niyetli bir insanın da, yakasında barış rozeti taşıyan bir insanın da savaş koşullarına hazırlandığında bir katile dönüşebileceğidir. Savaşmayı arzulayan birer ölüm makinesine dönüştürülen savaşma, öldürme içgüdüleri ile bezenmiş kişiliklerin düşmanları daha çocuk denecek yaşta hazırdır. İlgimi çeken en önemli kısmın çıkış noktası da bu tezatlıktır. Hem barış rozeti takan hem de miğferinde “born to kill” (öldürmek için doğdum) yazan askerin, insan ruhundaki ikileme gönderme yapması. Barışı dileyen bir insanın bunun savaşarak gelmeyeceğine inansa bile savaşmak zorunda kalması bu ikilemi en iyi şekilde yansıtan bir durum.

Nasıl Düşündüğün Ne Taraftan Baktığına Bağlı

Savaş koşullarının dışına çıkarak kadınları ve çocukları vahşi duygularla ve zevk duyarak öldüren bir insanın ölümüne üzülmek ne kadar mümkün? Sözde bölgeye barışı getirmek için ve halkın iyiliği düşüncesiyle savaşta bulunan askerlerin gözlerini kırpmadan savunmasız insanları öldürmesi fazlasıyla acımasız. Bu askerin ölümüne üzülmek ve vurulma anında içinizin cız etmesi sizi de acımasız kılar mı? Bu dilemma, “öldürmek için doğdum” yazısına riayet eden ama aslında barışı arzulayan bir insanın yaşadığı ruhsal boyutun hemen hemen aynısı.

Film, Vietnam sendromunun savaşta değil çok öncesinde yani eğitimde başladığını net bir şekilde gözler önüne serer. Bu bakımdan Full Metal Jacket, savaş filmlerinden beklenen algının üzerine çıkarak Kubrick sinemasının çok başarılı ve izlenmesi gereken filmlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bütün parçaları birleştirdiğimizde film, yalın bir savaş filminden ziyade her anlamda yetkin bir görsel şölene dönüşmektedir.

Konuk Yazar: Zehra KURT

, , , , , , ,

1 comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir