60’lar dönemi incelendiğinde evden kaçan kızların ”artist” olma sevdası, şehrin taşı toprağının altın sanılması, kolay yoldan para kazanma ve bir an önce sınıf atlama hırsı filmlerde gösteriledurmaktadır. İstanbul, bu filmlerde onun sınırları dışında olanlar için “kurtulma”nın bir diğer adıdır.
1960 sonrasında, Türk Sineması’nın yükselişe geçmesiyle birlikte göç, değişim, dönüşüm gibi toplumsal olgulara da rastlamaya başlarız sinemada. Dönem itibariyle, insanların ilgisinin yoğunlaşmasıyla beraber siyasi açıdan toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren olayları konu edinen filmlere yer verilmiş ve bu tarz filmlerin sayısında artış gözlenmiştir. Göç, köy-kent yaşamındaki değişiklikler, siyasi açıdan yaşanan değişimler, askeri müdahaleler ve ekonomik krizler sinemaya yansımıştır. Tıpkı Ah Güzel İstanbul’da işlendiği gibi. Film, dönemin bir kesitine ayna tutarak aslında pek çok izleyicinin kafasında tasarladığı artist olma, İstanbul’a kaçıp kurtulma olgusuna ışık tutmaktadır.
Safa Önal ve Ayşa Şasa’nın senaryosunu yazdığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ah Güzel İstanbul, artist olmak için İzmir’den İstanbul’a kaçan Ayşe’yi ve fotoğrafçı Haşmet İbriktaroğlu ile karşılaşması sonucu yaşananları anlatmaktadır. Ayşe ve Haşmet birbirinden farklı iki insandır: Birisi, sınıf atlamak adına hiç bilmediği bir şehre yol alırken; diğeri, daha aklı başında, görüp geçirmiş olmanın verdiği dinginliği taşımaktadır. Ayşe ve Haşmet’in sahip oldukları farklı sosyal statüleri ise konuşma dillerine yansıyarak, aralarındaki farkı gözler önüne sermektedir.
Filmdeki karakterler 1965’den günümüze değin değişmeyen, karikatürize edilmiş karakterlerdir: Haşmet’in kasketi, ağzından düşürmediği sigarası, paltosu; Ayşe’nin konuşmaları, İstanbul’a ilk gelişi ve sonrasındaki değişimi, hepsi karikatürize edilerek sunulur. Tabii bu durum izleyicinin genelleme yapmasına vesile olarak özdeşleştirme olanağını da kuvvetlendirir.
Geleneksel-modern çatışmasının bir yansıması olarak doğu-batı ikilemi filmin tamamına sirayet etmiştir; tıpkı İstanbul gibi. Tüm kozmopolitliği, göçenleri ve gerçek sahiplerini barındıran bünyesiyle İstanbul, Ayşe’nin “Medeniyetin dışında mı kalacaksın Haşmet?” cümlesinden de anladığımız üzere, medeni olmak ve olmamanın ölçüsü haline gelmiştir. Geleneksellik vurgusunu elindekilere tamah etmek, aşk ve dostluk ile pekiştiren anlatı yapısı ile ne olursa olsun insanı bu geleneklerin mutluluğa kavuşturacağının altı çizilir. Diğer taraftan da, batı özentiliğinin eleştirisi yapılırken, iyi yönlerinin alınması konusunda da açık kapı bırakılarak bu çatışma sürekli hale getirilmiştir. Filmde önemli ölçüde yer alan müzik kullanımı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Alaturkadan alafrangaya geçiş yolculuğunda batılaşma hevesleri müzik ile de yansıtılır.
Dönemin Yeşilçam klişelerinden olan mutlu son ve dramatik yapıdan vazgeçmeyen, giriş gelişme ve sonuç bütünlüğüne hâkim olan Ah Güzel İstanbul, sonu itibariyle de “Umut ve güven hep vardır” mesajı verir.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.