23. Uluslararası Adana Film Festivalin (23. Altın Koza) 4. bölümünde yarışma filmlerinden Bana Git De, Tarla, Mehmet Salih ve Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’ı mercek altına aldık:
Bana Git De (2016): “Eğer Bu Topraklarda Film Yapmak İstiyorsanız Sabah Ezanının Güneş Doğmadan Önce Okunduğunu Bilmek Zorundasınız Handan Hanım” [5/0.5]
Kültür Bakanlığı’nda filmlere fon dağıtan seçici kurula sormak istiyorum: Milletin parasını çar çur etmeye devam edecek misiniz? Yıllardır festivallerde bunun gibi saçma sapan filmler izlemekten gına geldi. Birgün Türk Sineması ile arası pek iyi olmayan bir arkadaşımı zorla sinemaya soktuğumu hatırlıyorum. Yine ne anlattığı belli olmayan bir hikayeye 100 küsur dakika bakmıştık. Filmin sonunda arkadaşım şöyle dedi: “Bundan sonra filmin başında T.C. Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmiştir, yazan bir film izlemeyeceğim”. Artık bu milletin parasını har vurup harman savurmayın. Bu filmlerin ne ticari bir başarısı ne de sanatsal bir değeri var. Adana Film Festivali’nin seçici kuruluna da bir sitemim var: İlla bu filmi yarıştırmak zorunda mısınız? Ya da bunun gibi filmlerin hangi ilişkilerle bu festivallerde yarıştığını –hatta bazısının ödül dahi aldığını- yazacak cevval bir gazeteci yok mu?
Senaristliğini ve yönetmenliğini Handan Öztürk’ün yaptığı, başrollerinde Tayanç Ayaydın ve şarkıcı Atiye’nin oynadığı film 103 dakikalık bir zaman kaybı. Ne anlattığı belli olmayan hikayesi, hangi amaçla hikayeye dahil oldukları belli olmayan yan karakterleri, sahicilikten yoksun oyunculukları, inandırıcı bir motivasyondan yoksun karakterleri ile olmamış bir film. Neredeyse baştan sona doğru düzgün çekilmiş tek bir sahne bile yok. Nerden tutarsanız elinizde kalacak bir senaryo. Bayat bir tema. Tek bir karakteri bile sahici değil. Filmdeki en iyi oyuncunun Kahtalı Hamido olduğu bir film.
Eğer bu topraklarda film yapmak istiyorsanız sabah ezanının güneş doğmadan önce okunduğunu bilmek zorundasınız Handan Hanım.
Mehmet Salih (2016): Yılmaz Güney’in Tilmizi Bir Yönetmen: Güven Beklen [5/3]
Damla ve Bagaj gibi kısa filmleriyle tanıdığımız Adanalı yönetmen Güven Beklen’in ilk uzun metraj filmi “Mehmet Salih” yarışmanın iyi filmlerinden biri. Dokunaklı bir hikayeye sahip olan film Adana’da çekilmiş. Adanalı seyircinin de filme ilgisi yoğundu. Tepkiler de güzeldi. Canlı karakterlere sahip film seyirciyi yer yer güldüren yer yer duygulandıran sahnelere sahip. Filmin eksik yönleri yok değil ama gelecek için umut vaad eden bir yönetmeni örseleyecek eksiklikler değil. Yönetmenin oyuncu yönetiminin zayıf olduğunu bunun da ilk film için sineye çekilebilecek bir şey olduğunu söyleyebilirim.
80’lerden sonra bireysel hikayelere dönüş yapan Türk Sineması 90’ların sonundan itibaren politik filmler üretmeye yeniden başladı. Ancak bu sefer “Yeni Türkiye Sineması” olarak adlandırabileceğimiz sinemacıların ikinci üçüncü kuşakları politik tavırlarını kimlik sorunlarında yoğunlaştırdı. Etnik sorunlar ve cinsel kimlik meselesinin ağırlıklı bir merkez edindiği söylenebilir bu politik filmler içinde. Yine de günümüz Türkiye festival sinemasında ağırlıklı tematik hakimiyet bireysel iç buhran hikayelerinde. Bu iki ana damar arasında “sınıf sorunu” neredeyse unutuldu. Sınıf sorununu Türk(iye) Sineması’nda düzenli ve sahici bir şekilde ele alan en büyük yönetmen Yılmaz Güney’dir malum. Günümüz Kürt yönetmenlerin aksine Güney, Türkiye’nin yoksullarını, ezilmişlerini, aşağılanmışlarını gerçekçi sineması ile perdeye taşımıştır. Mehmet Salih filmiyle festivalde boy gösteren Beklen de Yılmaz Güney’in tilmizi sayılabilir.
Festivalin iç karartıcı boş filmlerinin yanında Mehmet Salih; hikaye anlatmasını bilen bir yönetmen, gerçekçi bir sinema anlayışı, içi dolu ve inandırıcı karakterleri ve en önemlisi Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olan “yoksulluk”a vurgu yapmasıyla öne çıkıyor. Yoksulluk sadece yerel değil evrensel bir olgu olduğundan muhtemelen bu film yurt dışı festivali görürse ve küresel seyirci ile buluşursa Türk seyircisinde uyandırdığı hissi o seyircilerde de uyandıracaktır. Evrensel anlatı kurmak üstelik bunu yerel oyuncularla ve belirli bir bölgenin insanı ile yapmak oldukça zordur; ama Belkan’ın burada oryantalist tuzaklardan kaçındığını ve hikayesine yoğunlaştığını görüyoruz. Evden kaçan ve bir müddet sonra kocasız, çocukları ile bir başına kalan kadınların da güçlü tavırları ve bağımsız duruşları filmin anlatısına artı bir değer katıyor. Mehmet Salih’in trajik hikayesi seyircide mutlaka bir etki bırakacaktır. Duygusu yüksek, meselesi olan bir film. Güven Beklen ise mutlaka takip edilmesi gerek bir yönetmen.
Ağustos Böcekleri ve Karıncalar (2016): Bu Bir Film Değil Kötü Bir Vaizin Verdiği Bir Vaazdır [5/0.5]
Festivalin en zayıf filmlerinden biri olan Ağustos Böcekleri ve Karıncalar filmine 2 saat boyunca tahammül edebilen seyircilerden biriyim. Çoğu kişi film bitmeden salonu terketti. Film çıkışında seyircilere bu filmin adı neden Ağustos Böcekleri ve Karıncalar diye soran birisi olsaydı muhtemelen tek mantıklı cevap alamayacaktı. Film, güya baba otoritesini eleştiriyor, güya bir aile trajedisi anlatıyor; ama gel gör ki en dokunaklı olsun diye çekilmiş sahnelerde bile seyirci kahkahalarla güldü. Ne anlattığı belli olmayan, zayıf bir hikaye savruk bir senaryo kötü bir sinematografi ile bu filmin bu festivalde yarışması bile bir başarıdır.
Sanat tarihi üç beş temanın etrafında şekillenir. Derleyip toplasanız destanlar, şiirler, romanlar, öyküler, filmler aynı temaları içerirler. Sanatçının mahir olanı bu aynı temaları farklı üsluplarla anlatan/anlatabilendir. Üslubu olmayan bir yönetmen kopyaya/tekrara ya da sanatsal değeri olmayan metinler üretmeye mahkumdur. Ağustos Böcekleri ve Karıncalar filminin en temel kusuru seyirciye göstermesi gereken şeyleri karakterlere söyletmesidir. İyi bir film gösterir anlatmaz. Eğer siz göstermeyi bilirseniz seyirci zaten onu anlayacaktır. Star Tv’de yayınlanan bir dizi var Paramparça diye. Dizinin ilk bölümlerinde farklı karakterlerin ağzından hep aynı cümle dökülüyordu: “Hayatımız paramparça”. Bu bir senarist başarısızlığıdır. İyi bir senarist karakterine bu cümleyi söyletmez, karakterlerin hayatının paramparça olduğunu bize gösterir. Ölüm döşeğindeki babalarının mirasını bölüşmek için bir masa etrafında toplanan kardeşler üzerinden baba otoritesini eleştirmek, geçmişi sorgulamak, insanların para hırsını göstermek, küçük kardeşin trajik hikayesine odaklanmak gibi birkaç temayı harmanlayan Erhan Tuncer bu filmde bu temleri göstermek aczinden doğan boşlukla basit trüklere, uzun diskurlara, yapay sahnelere başvurarak seyirciye vaaz vermeye başlıyor. Film bu noktada hikaye karakterlerini yaşatma kudretini kaybediyor. Metin ağabey dışında filmde tek bir yaşayan karakter yok. Metin ağbi karakterini canlandıran Erdem Akakçe ise her tarafı dökülen filmin sağlam tek yanı olarak duruyor.
Tarla (2016): Ağacıkoğlu, İstikrarlı Bir Şekilde Kötü Filmler Yapmaya Devam Ediyor [5/1]
Cemil Ağacıkoğlu’nun senaryosunu yazdığı, hem yönetmenliğini hem de görüntü yönetmenliğini üstlendiği 35. İstanbul Film Festivali’nde de yarışan filmi “Tarla” yarışmanın zayıf filmlerinden biri. Basit bir hikaye ile seyirci karşısına çıkan film, gereksiz uzun sahne ve planlarla acemi işi bir filmi andırıyor. Derinlikten yoksun bir anlatıya sahip. Bir karakterin çorba içmesini, araba sürmesini, sigara içmesini dakikalarca seyirciye izlettiğinizde bir şey anlatmış olmuyorsunuz. Maalesef son yıllarda sıkça karşımıza çıkan hikayesiz, uzun sahnelerden oluşan, diyalogsuz filmlerden biri daha festivalde seyirciye film bitse de dağılsak duygusu yaşattı. Eğer salonla ilgili bir sıkıntı değilse ses kuşağında da teknik bir aksaklık vardı. Gişe Memuru filminden tanıdığımız Serkan Ercan ise yine güzel bir performans sergiliyor.
Cemil Ağacıkoğlu filmlerini bilenler için bu film zaten sürpriz olmadı. Ağacıkoğlu kötü filmlerinin arasına bir yenisini daha ekledi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.