2015 yılı içerisinde festivallerde izleme imkanı bulduğumuz fakat henüz vizyona girmemiş filmler içerisinden oluşturduğumuz Cineritüel’in vizyon ötesi en iyi 20 film seçkisi:
1. Saul Fia / Son of Saul – László Nemes (Macaristan)
László Nemes’in, sürekli hareket halinde olan Saul’ü takip eden ve onu baş planıyla çerçeveye yerleştirmeye çabalayan kamerasında flu bıraktığı halde, zihnimizi olan biten hakkında canlandırmaya, hatta hissetmeye ve cesetlerin küllerinin kokusunu almaya iten başarılı arka plan çalışması ile film, soykırıma dair unutul(a)mazlar arasında yerini alıyor. Nazi toplama kamplarında yaşananlar ile ilgili referans niteliği taşıyan ve en vurucu şekilde anlatanlardan biri olan film, gelecek zaman içerisinde her sinemaseverin mutlaka karşısına çıkacak, onlarla bir gün bir şekilde buluşacaktır. (Filmin Eleştirisi: Son of Saul (2015): Yitirilen Değerler mi Daha Fazlaydı, Kaybedilen Canlar mı?) (Erol Demiray)
2. Youth / Gençlik – Paolo Sorrentino (İtalya, Fransa, İsviçre, İngiltere)
Italo Svevo’nun, Yaşlılık (Senilita) adlı kitabı ironik bir biçimde gençlik üzerine yazılmıştır. Daha 35 yaşındaki Emilio’nun güzel Angiolina’ya duyduğu takıntılı tutkuyu merkeze alan yazar, duygusal gelişimini tamamlayamayan ve bu yüzden kendisini yaşlı hisseden bir kişiyi anlatır. Bir anlamda o hep “yaşlı”dır. Pablo Sorrentino’nun son filmi Youth/Gençlik de aynı ironiyi yaşlılık üzerinden gerçekleştiriyor. Bu kez yaşları hayli ilerlemiş, kariyerlerinin sonlarına yaklaşmış, biri orkestra şefi (Fred) diğeri de yönetmen (Mick) olan 60 yıllık iki arkadaşın, steril ve lüks bir dağ otelinde hayatlarını sorgulamalarını anlatıyor. Onlar için gençlik eski bir nostalji olarak kalsa da, Sorrentino dramatik hesaplaşmalar ile uğraşmak yerine can acıtan bir içtenlik ile hayata devam etmeyi seçen incelikli karakterler ortaya çıkarıyor. Yüzeyselliğin o sıkıcı ruhunu lime lime etmeye devam ettiği Gençlik’te, gösterişli dilinden vazgeçmeden söz söylemeyi beceriyor. (Gökhan Gök)
3. El Club / The Club – Pablo Larraín (Şili)
Pablo Larrain‘in filmi, özelde Hristiyanlığı hedeflese de kurumlaşmış ve geniş çapta örgütlenmiş tüm semavi dinlerde ahiret inancının ortaya çıkardığı bir çarpık durumu ortaya koyar: Kefareti öteki dünyaya bırakıp kötülük biriktirmek. Özellikle günah çıkarma kurumu sebebiyle ahirete vize dağıtan büyükelçiler gibi çalışan kilise yönetimlerinin, tanrı elçisi kibrine kapılmış rahipler çıkarmasına şaşmamalı. El Club‘da yüz kızartıcı suç işlemiş bir kaç din adamı, tövbe ve ibadetle meşgul olması için gönderildikleri emekli evinde içki, televizyon ve kumara dalmıştır. Bir nevi cinsel baskılama sayabileceğimiz bekaret yeminlerinin içsel çatışması, rahipleri alternatif cinsel tatmin yollarına sürükleyebiliyorken, ifşa edilseler bile ne bilimsel ne de hukuksal öz eleştiriye kapı açmazlar. Larrain’in bu konudaki çözüm ve ısrarı ise onların kefaretini bir şekilde öteki dünyaya bıraktırmamak. (Erol Demiray)
4. Ex Machina – Alex Garland (İngiltere)
Yılın en heyecan uyandıran filmlerinden olmayı başaran Ex Machina, “insanlık sonrası fütüristik şok filmi” ve “vizyoner bir bilimkurgu” olarak göze çarpıyor. Bilgisayar programcısı Caleb, patronu Nathan Bateman tarafından bir yapay zekâ deneyinin bilinç düzeyini test etmek üzere görevlendirilir. Bu “deneyin” adı Ava’dır ve aslında Ava, tahmin edilemeyecek kadar akıllı ve sinsidir. Kumsal ve Hiper Küp romanlarının yazarı, 28 Gün Sonra ve Günışığı filmlerinin senaryo yazarı olarak tanınan Alex Garland’ın bu ilk yönetmenlik denemesi, gotik bir bilimkurgu harikası olarak dehanın ve teknolojinin bedellerinin yanı sıra toplumsal cinsiyet rollerini de sorguluyor.
5. Carol – Todd Haynes (İngiltere, ABD)
Patricia Highsmith‘in The Price of Salt adlı kitabından uyarlanan film, fotoğrafçılığa hevesli genç bir kadın olan Therese ile zor bir boşanma süreci yaşayan orta yaşlı Carol’un yeni başlayan ilişkisine odaklanıyor. Todd Haynes’in incelikli dramı, buz gibi atmosferi ve dönemin cinsiyet politikalarına yaptığı eleştiriler ile değerleniyor. Güçlü kadınları merkeze alan Carol, aşk üzerine de kalıpların dışına çıkıp etkili sözler söylemeyi başarıyor. Todd Haynes, Far From Heaven filmi ile ekranlara taşıdığı 1950 muhafazakar Amerika’sına, Carol ile bir kez daha dönüyor. Filmin sinematografi, müzik ve oyunculuğunun çok iyi olduğunun da altını çizelim. (Gökhan Gök)
6. Sangailes Vasara / The Summer of Sangaile – Alanté Kavaïté (Litvanya, Fransa, Hollanda)
Herkesin geçirdiği bir bocalama süreci olan ergenlik çağının, kaybolmuşluk, içe kapanıklık, yalnızlaşmışlık, boş vermişlik, pasiflik, agresiflik, cesaretsizlik, komplekslilik, umutsuzluk; bencillik, suçlu arayışı, öfke ve hatta kin besleme gibi, genelde birkaçının aynı anda yaşandığı tüm emare ve buhranların neredeyse hepsini bünyesinde toplayan bir karakter Sangaile. Aslında ergenlik çağının omuzlara yüklediği psikolojik ve sosyal sorunlar, hepimizin bileceği üzere bir paket halinde gelir; tek tek çözmek için çabalanması gereken, birbirinden bağımsız problemler değildir. The Summer of Sangaile filmi de Sangaile’nin, büyük bir sorunlar yumağı gibi görünen o tek problem paketinin üstesinden geleceği, ergenlik sorunları eşiğini atlayacağı o yaz mevsimine götürür seyirciyi. (Filmin Eleştirisi: The Summer of Sangaile (2015): Ergenlik Çağı Gibi Saf ve Cesur) (Erol Demiray)
7. ’71 – Yann Demange (İngiltere)
Bilindiği gibi başkaldırı, hâkim toplum yapısını ve devlet düzenini eleştiriden geçiren bir karşı çıkış hareketidir. Diğer yandan bu toplum yapısını ve devlet düzenini değiştirme girişimlerinin homojen bir karşı çıkış bloğu haline gelmesinin rasyonel şartlarda pek de mümkün olmadığı da ortada. Dolayısı ile homojenleşemeyen bu karşı çıkış hareketlerinin statükocu yönetimler tarafından kendi hesaplarına yarayacak ve karşı taraftanmış izlenimi verecek bir şekilde kullanılması ve yeniden kurgulanması, günümüzde bile geçerliliğini sürdüren bir direniş bastırma yöntemidir. Yönetmenliğini Yann Demange’un yaptığı bir ilk film olan ’71, hem direnişçilerin hem de devlete ait kolluk güçlerinin yukarıda bahsetmiş olduğum durumdan nasıl çeşitli senaryolar üretilebileceğinin bir örneğini sunuyor. Genç bir İngiliz askerin Belfast sokaklarındaki silah araması sırasında patlak veren ayaklanma sonrası birliğinden koparak geride kalması üzerinden ilerleyen hikâyede Yönetmen Yann Demange, İrlanda’nın Britanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesine politik olarak dengeli bir bakış açısı sunuyor. Yönetmenin bu müphem sularda gezmesinin slogan seven izleyici tatmin edip etmeyeceğini ilerleyen zamanlarda göreceğiz fakat filmin temposuna uygun hareketli kovalamaca sahneleri ve yerinde gerilim düzeyi ile iyi bir ilk film olarak konuşulacağı aşikâr. (Teksin Begeç)
8. Cavalo Dinheiro / Horse Money – Pedro Costa (Portekiz)
Portekizli yönetmen Pedro Costa’nın Cavalo Dinheiro/At Parası filmi, genelde göçmen sorunları ekseninde ilerleyen bir konuya sahip olsa da özelde, Lizbon’a göçmen olarak gelmiş ve hayatı boyunca ağır işlerde çalışarak geçimini sağlayan işçi Ventura’nın hikâyesini anlatmaktadır. Pedro Costa, filmin başına koyduğu, hangi zamanda ve nerede çekildiği belli olmayan, yıkık dökük yerleri gösteren fotoğraflarla filmdeki mekânlar arasında bir geçişlilik sağlar. Filmdeki mekân dağılımı gösterilen fotoğraflar gibi belirsizdir. Yönetmenin bu tercihinin hikâyesini evrensel bir kapsayana dönüştürme kaygısıyla yapmadığı aşikâr. Bu tercihle film, klasik anlatının verili mekân algısına sıra dışı bir çizik atar. (Filmin Eleştirisi: Cavalo Dinheiro (2014): Ventura’nın Düşleri) (Fatih Değirmen)
9. The Witch – Robert Eggers (Kanada, ABD)
17. yüzyılda İngiltere’de ıssız bir ormanın içerisinde Hristiyan kurallarına sıkı sıkı bağlı yaşayan beş çocuklu bir çiftin aile düzenleri garip olaylarla sarsılmaya başlar. Yeni doğan çocukları Sam, ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolur, büyük kızları Thomasin ilahi sesler duyduğuna inanmaktadır, ikizleri ise tuhaf kafiyeler mırıldanmaya başlar. Bu durumlar ailenin başına gelecek büyük felaketlerin başlangıcı olur. Muhafazakar dindarlık ile pagan cadı ayinlerini etkileyici bir görsel üslup ile birleştiren The Witch, türdeşlerinden ayrılan dipdiri bir korku filmi. Filmin tekinsizliğini de arttıran belirsizlik unsurunun ifşa edildiği son düzlükte biraz kan kaybetse ve finali filmin dokusuna zarar verse de, The Witch heyecan uyandırıcı bir bağımsız. (Gökhan Gök)
10. Yume To Kyôki No Ōkoku / Düşlerin ve Çılgınlığın Krallığı – Mami Sunada (Japonya)
Kuşkusuz hem Rüzgar Yükseliyor’u hem de Prenses Kaguya Masalı’nı izlerken iki efsane ile son kez buluşuyor olmak, seyir sürecini dahi etkileyecek biçimde akıllara kazınmıştı. Bu iki filmin yapım aşaması hakkında bir belgesele rastlamak ve onu izlemeye başlamak ise çok sevdiğimiz ve bir daha görme ihtimalimizin olmadığını düşündüğümüz bir insanı arabasına ya da trenine bindirerek uğurladıktan sonra bir tepeye koşarak, o insanın izini tamamen kaybedene kadar uzaktan izlemeye çabalamak ve ufukta kaybolana dek onu görmeye ve varlığından emin olmaya ısrar etmekle eşdeğer bir his. (Filmin Eleştirisi: The Kingdom of Dreams and Madness (2013): Krallara Son Veda) (Erol Demiray)
11. Güeros – Alonso Ruizpalacios (Meksika)
Hem enerji dolu, hem de yaratıcı bir ilk film” olarak beğeni toplayan Güeros, şuradan şuraya gidemeyen bir yol filmi ve Fransız Yeni Dalgası’na da saygı duruşunda bulunan bir büyüme komedisi. Yönetmen Alonso Ruizpalacios’un ilk uzun metraj filmi Güeros’un senaryosunu Ruizpalacios, Gibran Portela ile birlikte kaleme aldı. Portela, geçen yıl FACE İnsan Hakları Yarışması’nda yer alan La jaula de oro / Altın Kafes adlı filmin de senaryo yazarlarından. Prömiyerini Berlin’de yapan Güeros, En İyi İlk Film, Tribeca’da En İyi Görüntü, San Sebastian’da Gençlik Ödülü dâhil birçok ödül kazandı. Meksika sinemasının yeni sesi olarak adını duyuran Ruizpalacios, Güeros’ta hayatın amacını ve kendi kimliklerini arayan üç gencin gözünden farklı, retro, siyah-beyaz bir Meksika portresi yaratıyor.
12. Rak Ti Khon Kaen / Saltanatın Mezarlığı – Apichatpong Weerasethakul (Tayland, İngiltere, Fransa, Almanya, Malezya, Güney Kore, Meksika, ABD, Norveç)
Tayland’ın önde gelen sinemacılarından Apichatpong Weerasethakul, 2010’da Altın Palmiye kazandığı Loong Boonmee raleuk chat/Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor’un ardından yine bir sine-şiir sunuyor. Yarı-otobiyografik bu hikâye, bir grup askerin gizemli bir uyku hastalığına yakalanmasıyla başlar. Klinikte askerlere bakan gönüllü Jenjira, genç medyum Keng ile yakınlaşır. Keng, uyanamayan bu askerleri yakınlarıyla psişik güçleri aracılığıyla temasa geçirmektedir. Ruhlar âlemiyle dünyevi âlemi bitiştiren, hayaletlerin dolaştığı bir madde dünyası kuran Saltanatın Mezarlığı ölüm, doğa, suçluluk ve acı hakkında dingin ve aşkın bir zihin egzersizi.
13. The Forbidden Room / Yasaklı Oda – Guy Maddin, Evan Johnson (Kanada)
Göbekli, saten kaftanlar içindeki Marv, Yasaklı Oda’yı açar ve bizi banyo yapmanın tarihi ve önemi hakkında bilgilendirmeye başlar. Kanadalı sinemacı Guy Maddin, bu kez Evan Johnson’la birlikte yönettiği filminde sessiz filmlere, klasik sinemaya saygı duruşunda bulunuyor. Enerji patlamalarıyla dolu film bizi nelerle karşılaştıracağını asla tahmin edemeyeceğimiz, büyüleyici, eşi benzeri olmayan gerçeküstücü bir yolculuğa davet ediyor. Oyunculuğu ve kendine has mizah anlayışıyla parıldayan bu son başyapıtında Maddin bizi önce bulutların ve gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğine yükseltiyor; sonra suların altına, dünyanın etrafında dolaşıp düşlerin krallığına, oradan da bütün masallarda olduğu gibi kötülüğün, cinayetin, unutkanlığın, aldatmanın ve tutsaklığın diyarına götürüyor. Yıllar sonra büyüleyici bir oyuncu kadrosuyla tam anlamıyla epik bir filmle geri dönen Guy Maddin’e dümende Matthieu Amalric, Charlotte Rampling ve kült oyuncusu Udo Kier eşlik ediyor.
14. Réalité / Gerçeklik – Quentin Dupieux (Fransa, Belçika, ABD)
Wrong / Yanlış ve Rubber / Lastik filmlerinin yönetmeni Quentin Dupieux, yine çılgınca gerçeküstü bir komedi filmi olan Réalité ile kafaları karıştırıyor. B filmlerine selam duran, biraz da bilim-kurgu tadı veren Gerçeklik, kameraman Jason’un, yöneteceği ilk korku filmi için bulduğu servet sahibi yapımcı Bob Marshal’ın filme finansman sağlaması için öne sürdüğü “48 saat içinde, sinema tarihinin en kusursuz çığlığını bulması” koşulu ile Jason’un içine düştüğü kâbusu anlatıyor. Sitges’de Eleştirmenler Ödülü ve Ghent’te Gençlik Jürisi’den Mansiyon kazanan film için yönetmen Dupieux şöyle diyor: “Bir mesajım yok, sadece insanları eğlendirmeye bakıyorum.”
15. Ich Seh, Ich Seh / Goodnight Mommy – Severin Fiala, Veronika Franz (Avusturya)
Sıcak bir yaz günü, 9 yaşındaki ikizler ıssız evlerinde annelerinin estetik ameliyattan dönüşünü beklemektedirler. Yüzü tamamen sargılar içinde eve gelen annelerinin değişik davrandığını fark eden çocuklar, gelenin kendi anneleri olup olmadığından şüphe duymaya başlarlar. Güven ve sevgi duyguları altüst olur. Korku ve merak duygularını harmanlayan Goodnight Mommy, son yılların en heyecan uyandırıcı korku filmlerinden birisi.
16. Il Racconto Dei Racconti / Masalların Masalı – Matteo Garrone (İtalya, Fransa, İngiltere)
İtalyan şair Giambattista Basile‘in nev-i şahsına münhasır peri masalından perdeye taşınan filmin yönetmenliğini Gomorra ve Reality gibi filmlerle dikkatleri üzerine toplayan Matteo Garone üstleniyor. Kaynağını Pentemerone’den alan ve peri masalı anlayışına farklı bir bakış açısı getirmesi hedeflenen filmin başrollerini ise; Salma Hayek, John C. Reilly, Vincent Cassel ve Toby Jones gibi isimler paylaşıyor. İlk gösterimini Cannes’da gerçekleştiren Tale Of Tales kendisini çok seven kocasını feda etmeye hazır bir Kraliçe’nin savaşımından, bir Kral’ı baştan çıkarmaya çalışan iki gizemli kız kardeşe, dev bir pireyle uğraşırken kızının kalbini kıran başka bir Kral’a birçok hikayeyi içinde barındıran Tales Of Tales bambaşka bir sinema deneyimi sunmakta.
17. Court / Mahkeme – Chaitanya Tamhane (Hindistan)
Herkesin kimse tarafından baskı görmeden, kimliğinden soyutlanmış bir şekilde, eşit koşullar altında yargılandığı ve herkesin, olaya uyacak şekilde kuşkulu, erk sistemine yarayacak her cümleye itimat edilmemesi gerekliliğini geri planda yasayı koruma görevini üstlenmiş bir birey anlamaz. Venedik’te Geleceğin Aslanı ödülüne layık görülen Court, tam da bu hukuksal anlayışsızlık üzerine bir temsili kara komedi. Yaşlı bir halk ozanın şarkı sözlerinden ve eylemlerinden yola çıkarak devlet düzenini ve bütünlüğünü yıkmaya çalışması üzerinden süregiden bir yargılanma sürecini odak noktasına yerleştiren film, yargılanma sürecinde yer alan tüm bireylerin (hakim-savcı-avukat-sanık) sınıf, eğitim ve aile yapılarına değinerek eksen kaybediyor. Yasayı amentüsü kabul etmiş hukuk bekçilerinin (sistem bekçisi de diyebiliriz) kayıtsızlığı ve hukuk sistemine dair eleştirileri ile gerçekçi bir mahkeme tasviri sunması ile değer kazanan filmin aynı zamanda keskin bir bürokrasi eleştirisi sunduğunu söylemeliyim. (Teksin Begeç)
18. Love Is Strange / Aşk Başkadır – Ira Sachs (ABD, Fransa, Brezilya, Yunanistan)
Love is Stange, birlikte geçirdikleri 39 yılın ardından işlerinden ayrılan ve bu yüzden de yaşadıkları şehri terk etmek zorunda kalarak New York’ta bir apartmana yerleşen eşcinsel bir çiftin öyküsü anlatılıyor. 39 yıllık bir beraberliklerinin ardından, evlilik kanunundaki değişimden faydalanan Ben ve George nihayet evlenmeye karar verirler. Fakat balayından döndüklerinde onları çok tatsız bir sürprizin beklediğini görürler. Ben, uzun yıllardır çalıştığı Katolik okulundan çıkartılmıştır ve bu beklenmedik gelişme, ikilinin hayatını olumsuz yönde etkileyecektir. Ben ve George’un artık Chelsea’deki küçük apartman dairelerinde yaşamaya imkanları da kalmamıştır. Bu çetin yaşam şartları altında ikilinin sevgisi bir kere daha sınanacaktır. John Lithgow ve Alfred Molina ise filmde etkileyici karakter portreleri çıkarmayı başarıyor.
19. Listen to Me Marlon / Dinle Beni Marlon – Stevan Riley (İngiltere)
Stevan Riley‘in yönetmenliğini üstlendiği belgesel, efsane aktörün hayatının dönüm noktalarını perdeye taşıyor. Film, Marlon Brando’nun daha önce hiç bir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerine, yüzlerce saatlik kaynaklardan derlenmiş ses kayıtlarına ve aktörün hayranı olan pek çok insanın ilk defa tanık olacağı olaylara yer veriyor. Brando’nun hayatı boyunca tuttuğu ses kayıtlarından kurgulanması ve aktörün yaşamına ışık tutması açısından son derece önemli bir belgesel olan Listen to Me Marlon, oyunculuktan aile hayatına kadar detayları gün yüzüne çıkarıyor.
20. No Home Movie – Chantal Akerman (Belçika, Fransa)
Biçim ve içerik olarak daha ilk kısa filminden itibaren kendine özgü bir dünya yaratan ve bu tavizsiz tavrı nedeniyle sektör içerisinde de ayrışan Chantal Akerman, özgürlük ve cinsellik ile beslendiği güçlü feminist damarı ile 1970’lerin başından günümüze yapıbozumcu tavrını sürdürüyordu. Akerman, News from Home‘da (1977) 21 yaşındayken New York’ta yaşadığı dönemi anlatır. Ancak film, genç bir yönetmenin başarı çabalarından çok, ekranda, New York gündelik yaşamı ve arka planda annesinden gelen mektupların okunmasından ibarettir. Yönetmen 38 yıl sonra, 2014 yılında kaybettiği annesi ile ilgili kişisel belgeseli No Home Movie’yi (2015) de aynı tavizsiz tavır ile çekmiştir. Akerman’ın son vedası ilgiyi hak ediyor. (Gökhan Gök)
Cineritüel editörlerinin ortak hesabıdır.