Cineritüel yazarları 2015 yılının hayal kırıklığı yaratan sinema olayları ve filmlerinden en önemli 10 tanesini sizin için seçti!
1. Altın Portakal
Hafızalarımızda daha çok taze. Bir önceki sene Altın Portakal ismi, sansür ve tepki kelimeleri ile anılıyordu sadece. Sinema ile ilgilenen birçok resmi, gayri resmi! oluşum, Altın Portakal yönetiminin kusurlarını telafi etmediği müddetçe her türlü duyuru ve katılımdan uzak olacağını paylaşmıştı kamuoyuyla. Hiçbir şey telafi edilmedi ve büyük tepkiler gösteren sinema erbabı büyüklerimiz tüm söylediklerini, yazdıklarını unutarak festivalin yolunu tuttu. Hatta birçoğu meşhur olayların olduğu sene çoktan yola bile çıkmıştı. Tepkiselliğin herhangi bir edinim elde edememesinin en büyük nedeni, bireysel hazlara saldıran ve kişiyi direnişten koparmak için sunulan meyve tepsisinin anlık bir mutluluk sağladığını fark edemeyen tekil bireylerdir. Meyve tepsisi birçok kişiye hak kazanımından daha cazip geliyor anlaşılan. Laurence Sterne, Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri kitabında eleştirmenler hakkında riyakârlık tezini öne sürerken son derece haklı olduğunun farkındaydı: “Bu riyakâr dünyada riyakârlığın en beteri -mürailerin riyakârlıkları kadar olmasa da- eleştirmenlerin riyakârlığıdır.” Hafızası çok kuvvetli olmayan bizleri bu sene festival, Sarmaşık filminin sponsor desteğinin oyuncusunun ve yönetmeninin konuşması dolayısıyla verilmemesiyle karşıladı. Yeni “tepki” oyuncağımız hayırlı olsun. (Teksin Begeç)
2. Mustang – Deniz Gamze Ergüven
Deniz Gamze Ergüven’in alabildiğine oryantalizm ve Batılı seyirciye yaranma çabasıyla dolu ilk filmi Mustang, Fernando Solanas’ın haklılığını kanıtlayacak biçimde İkinci Sinema adına büyük bir hayal kırıklığı. Bağımsız sinema kavramının içinin git gide boşalması, Mustang’in ticari kaygılarıyla bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Cannes, Hamburg, Saraybosna, Melbourne, Stockholm, vb. “saygın” film festivallerinde gösterilen ve çeşitli ödüller de kazanan film, aynı zamanda Altın Küre ve Oscar adaylıkları da elde ederek bağımsız sinema ve ana akım sinemanın iç içe geçmişliğini su götürmez biçimde belirginleştirdi. Bu bakımdan kötü niyeti, senaryodaki yaratıcılık yoksunluğu ve ses başta olmak üzere teknik yetersizliğiyle kendi adına bir hayal kırıklığı olmanın ötesinde; Mustang, sinemada bir zamanlar özgürlüklerin alanı olarak ortaya çıkan festivallerin ve bağımsız sinemanın bugün tam da küresel sinema ticaretinin merkezinde olduğunu gözler önüne sermesiyle sinemaya olan inancımızı da zedeledi. Üstüne üstlük filmin bir sahnesinde seyircinin gözüne sokulan #direngezi ibaresiyle Gezi Direnişi’ni de bu ticarete meze yapan Deniz Gamze Ergüven’in filmi, yarattığı hayal kırıklığına bir de tüy dikmiş oldu. (Fırat Çakkalkurt)
3. Bulantı – Zeki Demirkubuz
Zeki Demirkubuz’un yeni bir filme başlayacak olması her zaman heyecan vericidir. O, daha filme başlamadan büyük bir merak uyandırır, sabırsızlık başlatır; “acaba bu sefer ne izleyeceğiz?” diye. Bu sebeple Zeki Demirkubuz adı bile başlı başına bir heyecan sebebidir sinema severler arasında. Özellikle Yeraltı ile şaha kalktığına inandığım Demirkubuz’un rejisi Bulantı ile tam bir hayal kırıklığı yaşattı. Filmin senaryosundaki bağlantı sorunları, diğer filmlerinde de sıklıkla rastladığımız klişelerin tekrarı ve her ne kadar sonlara doğru olumlu kıpırdanmalar olsa da, başrolde sergilediği oyunculuğu bunun başlıca sebepleridir. Ayrıca yönetmenin diğer filmlerinden farklı olarak, birine bağımlı olma içgüdüsünü işlediği Bulantı‘da bu içgüdüyü taşıyan birini kendisinin canlandırması da ironik bir durum oluşturmuş. (Demet Öztürk)
4. Plemya / Kabile – Miroslav Slaboshpitsky
Plemya, zorlayıcı seyir deneyimini fetişleştiren festival seyircisi tarafından bir şaheser olarak lanse edilirken filmin düşünsel ve duygusal dinamikleri ne yazık ki ıskalandı. Ana karakterin seks yaptığı fahişeye aşık olması ve en arabesk anlamda onu ‘bu hayattan çekip çıkarmaya’ kalkmasıyla kurulan senaryo çatısı inandırıcılıktan öyle uzaktı ki ayakta kalabilmesi bile bir mucize. Derinliksiz karakterlerle iyice belirginlik kazanan bu senaryo zafiyeti, konuşmasız diyaloglar ve plan-sekans tekniğiyle ört bas edilmeye çalışılsa da, sonuçta konuşma engellileri egzotikleştirerek Batılı, orta-üst sınıf festival seyircisinin keşif güdüsü tatmin etmenin ötesine geçilememiş. Bu bakımdan, hem Plemya hem de bu filmi göklere çıkaran festival seyircisini 2015’in hayal kırıklıklarından biri kabul etmek pek de yanlış olmaz. (Fırat Çakkalkurt)
5. Fifty Shades of Grey – Sam Taylor-Johnson
Bestseller raflarında okuyucularıyla buluşan Fifth Shades of Grey, fanatik bir kitleye ulaşmanın ardından edebiyattan sinemaya doğru yol aldı. Böylece hayranlarını sabırsızlandıran bir süreç başlamış oldu. 2014 yazında ilk fragmanının yayınlanmasıyla birlikte bir anda rekor denebilecek tıklanma oranlarına ulaştı Fifty Shades of Grey ve daha vizyona girmeden müzikleri bile dillere düştü. Bu bakımdan pazarlama stratejisi olarak önden yapılan yoğun pompalama işe yarasa da film, reklamlarındaki kadar başarılı değildi. Genel olarak edebiyat uyarlamalarının başına gelen durumla karşı karşıya kaldı Fifty Shades of Grey; kitapta hayal edilenlerle birebir örtüşmeyen oyuncuların filmde rol alması da önemli bir etkendi. Özetle, kitabın ruhunu yansıtmayan plastik kompozisyonlar, genel olarak başarısız oyunculuklar ve ayakları yere basmayan bir hikayeden medet uman bir film vardı karşımızda. Yapılan reklamın büyüklüğünün ardından seyirciye sunduğu eserin küçüklüğü dolayısıyla, Sam-Taylor Johnson‘ın filmi, senenin en hayal kırıklığı yaratan filmleri arasında yer aldı. (Demet Öztürk)
6. Victoria – Sebastian Schipper
“Bu bir banka soygunu filmi değil. Bu bir banka soygunu!” cümleleri ile ana tanıklık etme merak duygusunu kaşıyarak izleyicisini tatlı bir hezeyana bulaştıran Sebastian Schipper, Victoria filmi ile hayal kırıklığı yarattı. Asırların en büyük problemi, çoğunluğun tiranlığı konusuna anbean tanıklık edeceğimizden bihaberdik çünkü. Toplumun geniş kesimince benimsenmiş kötülüğe, bu çoğunluğun çıkarları doğrultusunda azınlığın nasılda kolay bir şekilde ayak uydurabileceğini, ayak uyduramazsa da kendi kabuğuna çekilebileceğini anlatıyordu yönetmen izleyicisine. Dolayısı ile 140 dakikalık süresini tek plan olarak kotarma becerisi, ambalaj çekiciliğinin ötesinde hiçbir şey ifade etmedi. (Teksin Begeç)
7. Ali Baba ve 7 Cüceler – Cem Yılmaz
Cem Yılmaz ilk günden Türkiyeli seyirci tarafından diğer komedyenlerden ayrı bir yere koyuldu. Yılmaz’ın zeka parıltılarıyla dolu mizah anlayışı hem stand-up şovlarına yüksek meblağlarda ücret ödeyerek bilet alan orta-üst sınıf seyircinin hem de CM101MMXI Fundamentals’ı seyrederek bu şovlara ulaşan 3.5 milyonu aşkın genel kitlenin övgüsüne mazhar oldu. Bunun da ötesinde Yavuz Turgul, Ferzan Özpetek, Russell Crowe gibi yönetmenlerle yaptığı çalışmalar, Her Şey Çok Güzel Olacak, Hokkabaz ve Pek Yakında filmleri ve İstanbul Film Festivali kapsamında Seyfi Teoman anısına verilen en iyi ilk film ödülüne sponsor olmasıyla sinefiller tarafından göklere çıkarılmasa bile, en azından takdirle karşılandı. Bu bakımdan Cem Yılmaz, Türkiye’nin tüm sınıflarına hitap edebilmesiyle Kemal Sunal’ın yanına yaklaşabilen tek komedyen olarak dahi değerlendirilebilir. Gelgelelim, son filmi Ali Baba ve Yedi Cüceler, Yılmaz’ın filmografisinde hem nitelik hem de nicelik açısından büyük bir başarısızlık oldu. Filmin her tarafından özensizlik akıyor ve Yılmaz’ın alışkın olduğumuz yaratıcı zekası ne yazık ki filmde nadiren yer buluyor. Bu durum gişeye de yansıdı ve Ali Baba ve Yedi Cüceler Cem Yılmaz’ın son 3 yönetmenlik denemesi arasında en az seyirciye ulaşan film oldu. Neyse ki, Yılmaz bu durumu 2016’da Yüksel Aksu’nun İftarlık Gazoz’unda canlandırdığı Cibar Kemal karakteriyle telafi edecek gibi görünüyor. (Fırat Çakkalkurt)
8. Pasolini – Abel Ferrara
Pier Paolo Pasolini’nin son yirmi dört saatini konu alan Pasolini, bir nevi Abel Ferrara’nın Pasolini’ye saygı duruşu niteliğinde. Öte yandan karşımızda öyle bir film var ki, aslında Pasolini’ye karşı saygısızlık bile denebilir. Yılın hayal kırıklığı yaratan diğer filmlerinin aksine, Pasolini’de oyuncu seçimleri doğru yapılırken yönetmen yanlış seçilmiş. Film, Pasolini’nin kişisel yaşantısına odaklansa da onu anlatmakta oldukça yetersiz kalıyor. Bu bağlamda Ferrara’nın filminin sığ anlatımı dolayısıyla kavram kargaşası yaratmaktan ileri gidemediği rahatlıkla söylenebilir. (Demet Öztürk)
9. Düğün Dernek 2: Sünnet – Selçuk Aydemir
Selçuk Aydemir yönetmenliğinde Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in şimdiye kadar yaptıkları işler, ana akım komedide hep umut verici oldu. Çalgı Çengi ve Düğün Dernek’te ortaya koydukları vodvil örnekleri ve IMDB Top 250 listesine giren Kardeş Payı ve İşler Güçler dizileriyle çıtayı ana akım komedide görece yüksek bir noktaya taşıyan ekibin bir devam filmi çekmesi zaten başlı başına kötü bir fikirdi. Bu yaratıcı zihinler her seferinde yeni bir proje ortaya koyarak şu anda bulundukları noktaya yükseldiklerini unutup ticari kazanç elde etmenin cazibesine kapıldılar ve ortaya da ilk filmin nitelik açısından oldukça gerisinde kalan bir iş çıktı. Umarız bu filmin gişe başarısıyla büyülenip seriyi devam ettirme tuzağına düşmezler. (Fırat Çakkalkurt)
10. Solace – Afonso Poyart
Anthony Hopkins’in varlığına rağmen Solace tam bir klişe yumağı. Filmin başından sonunun tahmin edilebilir olması tüm büyüyü yok ediyor. Bununla birlikte yer yer hikâyede boşluklara da rastlanmakta ve bu durum filmi kavramsal anlatımdan uzaklaştırmakta. Ayrıca doğa üstü güçlerin abartılması ve hikâyenin buna bağlı olarak gelişmesi senaryoyu yavanlaştırmış. Yine de başarılı oyunculuklarının hakkını teslim etmemiz gereken Solace yılın hayal kırıklıklarından biri olmaktan geri kalamıyor. (Demet Öztürk)
Cineritüel editörlerinin ortak hesabıdır.