Vikings’ten House of Cards’a Tiranlığın Yolculuğu

Vikings’ten House of Cards’a Tiranlığın Yolculuğu

Share Button

Konuk Yazar: Besna Ağın

Such a waste of time. He chose money over power.”* – Frank Underwood

“Power is always dangerous. It attracts the worst, and corrupts the best.”** – Ragnar Lothbrok

İnsanoğlunun günümüzde yaşadığı, merkezde olma / gücü kontrol etme isteğinin çağlar öncesine dayandığını söyleyebiliriz. Bu istek çoğu kez, varoluşu için bir sebebe dönüşmüş durumda: Geçmişten günümüze güç, iktidarı belirleyen bir unsur olarak göze çarpıyor. İktidarın efsaneleri doğurduğunu / yarattığını söylemek de mümkün. İki farklı çağda, iki farklı karakterin, aynı amaçlar uğruna mücadele ediyor olmaları izleyicinin de aynı paydada buluşmasını sağlıyor. Vikingler’den Beyaz Saray’a uzanan yolun çok da farklı olmadığını görmek gerekiyor.

Ragnar, Reis’in tiranlığına son verecektir; bunu başından beri kafasına koymuştur. Haksız toprak dağılımını bitirerek Batı’ya, yeni diyarlara, hazinelere yelken açacaktır. Asıl üzerinde durulması gereken bunu nasıl yapacağıdır. Tiranlığa son verirken tirana mı dönüşecek, yoksa adaletten yana mı tavır alacaktır? Bundan çağlar önce bile adalet -her ne kadar farklı tezahürleri olsa da- tartışmaya açık bir konu olmuştur. Haksız toprak dağılımını gidermek için çıkılan keşiflerin okyanusun diğer yakasında, başka insanlar için merhametsizlik ve ölüm getirmesini düşündüğümüzde Ragnar’ın adaletinin genele yayıldığını söylemek mümkün olabilir mi? Birkaç yüz yıl sonra, Amerika adlı bir kıtada, kocaman beyaz bir sarayda, Frank Underwood kendisine vaat edilen pozisyonu alamayınca bir plan hazırlar: Hali hazırdaki başkanı devirecek ve kıtanın en güçlü adamı olacaktır, belki de dünyanın. Underwood’un adalet anlayışı da Ragnar’a paraleldir, kendi çıkarlarını korumak halen geçer akçedir.

Her şeyin aslında aynı kaldığı fakat ufak ayrıntıların değiştiği bir dünya düzeni içerisinde; iki farklı yüzyılın, iki farklı kültürün insanlarının ortak paydası: Para ve toprak, hükümdarlık ve politika, kadınlar ve et. House of Cards ve Vikingler, kurmaca olsa da, gerçeklikten taşıdığı izler sayesinde birbirlerinin türevine dönüşmüş durumda. Ragnar Lothbrok ve Frank Underwood odağında ilerlediğimizde elde ettiğimizin para / ganimet ya da statü değil, “güç” olması aslında düzenin merkezini işaret ediyor. Güç ve güçlü olma isteği, bundan alınan haz ve gücün kör ettiği vicdan dünyayı yönetiyor.

Frank ve Ragnar gücü kendi adlarına efsaneleşme amacıyla elde etmeye çalışırlar. Fethetme ve statü gelecekte kendilerinden bahsetmek için bir amaca dönüşmüş durumdadır. Gücü, hem gücün kendisi, hem de adlarını sanlarını dünyaya, yaşadıkları çağa ve sonrasına yayabilmek, hiç ölmemek için isterler; efsane olarak yaşamaları için tutundukları tek daldır. Çocukları ya da yaşadıkları dönemdeki aldıkları takdirler yeterli değildir. Bunun için Vikingler yayılmacı politika ile sözlü edebiyattan, Frank ise manipüle ettiği medya ve yazılı metinlerden faydalanır.

Frank bir manipülasyon uzmanıdır. Diğer yandan Ragnar dürüsttür; Reis’e açıkça meydan okumuştur, oysa Frank’ın tüm planları zihnindedir. Attığı her adım, bir öncekinden daha gizli olmak zorundadır; politikada işler sadece sinsice yürür. Bir cinayetin meşru sayılabilmesi için Viking kanunlarına göre suçlunun suçu işler işlemez en yakınındaki eve durumu anlatması gerekir. Suçlu, ilk iki evi çeşitli tehlikeler nedeniyle es geçebilir ancak her şartta üçüncü eve anlatma yükümlülüğündedir. House of Cards’da ise ne kadar çok ev geçer, sırrı ne kadar iyi saklarsan işler o kadar yolunda kalır. İşledikleri her cinayet, bir sonrakine hazırlık ve bir öncekinin saklanmasıdır. Frank, gücüyle övünür; oysa gücü yalanlar ve komplolar tükenmediği sürece ondadır.

Hırs, Ganimet, Aile ve Köle

Vikinglerin doyumsuzluğunun sebebi vardı; dünyayı keşfetme isteği. Belki de çözülmesi gereken en önemli nokta bu; günümüz insanıyla tarihteki insanın hırslarının ilk nedenleri neler? Peki, keşfetmek ne zaman tehlikeli hale geliyor, sular ne zaman bulanıklaşıyor?

Vikinglerin işgal için izledikleri yol hep aynı: Ye, uyu, işgal et, tekrar et. Beyaz Saray’da da durum çok farklı değil: Ye (bu kez mecazi), daha az uyu, komplo hazırla, işgal et ve hükmet. Değişen ganimetler sadece. Savaş baltaları silahlara, gümüş kaşıklar ise banka hesaplarına “evrilmiş” durumda. İtibar ve güç her iki durumda elde edilecek en büyük ganimet. Hatta Frank’ın dünyasında itibar satın da alınabiliyor; Ragnar’ın ise elde etmesi için savaşması gerekiyor. Belki ikincisi daha ahlaklı geliyor olabilir ama yöntem dışında pek de farklı olmadığını söyleyelim. Diğer taraftan fethetmek de bir dönüşüme uğruyor modern çağda, ancak Ragnar’ın sözde vizyonu halen geçerli. Bürokrasi ve seçim vaatleri sayesinde fethedilenler topraktan insan ruhuna dönüşüyor. Kampanya dönemi ile fetih süreçlerinin birbirine benzer olması –her ikisinde de zafer için her yol mubahtır- şiddetin görünürlüğü açısından da önemli bir örnek oluşturuyor. Bir tarafta acımasız bir kıyım izlerken, diğer tarafta steril bir şiddet göze çarpıyor. Yayılmacı politikaların şiddet sonuçlarını ise Ragnar ve Frank’ın et tutkusu ile pekiştiriyor.

Karakterlerimizin birleştikleri tabanlar aynı: Kadınlar, güç ve toprak. Erkeklerin yönettiği dünyada, erkeklerin yazdığı tarih ve erkeklerin hâkim süre geldiği dünya düzeni, sadece şekil değiştirmiş durumda. Tahta evler beton saraylara, şaşaalı hayvan derisinden kıyafetler ise en pahalı takımlara dönüşmüş durumda. Evrimin özünün değiştirmediğinin altını çizmekte fayda var.

Diğer taraftan Ragnar gibi hükümdarlar ya güçlü savaşçı kadınlardan ya da asil ve güzelliği baş döndüren kadınlardan etkileniyorlar. Underwood için ise kadının dişiliği ikinci planda. O da güç ve savaşçı ruhla daha çok ilgileniyor. Ragnar’ın eş ve iki çocuktan oluşan çekirdek aile modelinin pek gerçekçi olmadığını, Vikingler’de eşe bağlılık ya da romantizmin hayatın akışında pek bir anlam ifade etmediğini söylemeliyiz. Zaten birinci sezonun sonunda bu çekirdek ailenin çatladığına şahit oluyoruz. Geçen yüzyıl sonrasında Underwood’un aile yapısının da pek değişmediğini, çekirdek aile saadetinin çok önemsenmediğini görüyoruz. Dikkat dağıtacak her şeyde olduğu gibi geçen yüzyılda çocuklardan kurtulmuşlar. Lagertha, kendi gücünü kocasında gören ve ona âşık olan, bütün dişiliği ve gücüyle ayakta duran bir savaşçı kadın. Claire ise Lagertha’nın entrikalı ve yalancı hali. Kendi kadınlığına yabancılaşmış, ruhu şehirleşmiş. İkisinin de vahşiliği erkekler tarafından kısmen ehlileştirilmiş ancak kontrol altına alınamamış durumda. Kadınların iki tarafta da çocuk istemesi ise erkin devamlılığından, çocuğu yok olacak güçlerinin garantisi gibi kullanmaları gayesinden kaynaklanıyor.

Her iki dizi de yukarıda bahsettiğimiz gibi güç odaklı olmasına rağmen bu “güçlü” erkekler, kadınlar üzerinde tam bir hâkimiyet kuramıyorlar, hatta onları paylaşıyorlar. Bunu güç isteklerini her şeyin üzerinde tutmalarına bağlamak mümkün, diğer taraftan gücün yanında kadınların da bu kaynaktan beslendiğini görebiliyoruz. Claire’in yardım organizasyonları ile çadırda kadınlara yardım eden Lagertha’nın yöntemleri dışında bir farkları görünmüyor. İlginç bir şekilde iki dizide de erkekler sadece ana kadın karakterleri değil, hiçbir kadını (Siggy, Porunn, Zoe vs.) dizginleyemiyorlar. Bir şekilde boyun eğdirmeye çalışıldıkça kontrolü kaybediyorlar, oysa köle sistemine hükmetmek konusunda uzmanlar. Vikinglerde gerçek, House of Cards’da mecazi anlamda gerçekleşen kölelik, gücün de etkisiyle erkeklere, kadınlara sahiplik kazandırdığını düşündürüyor. Her ikisinin en fazla tökezlediği nokta da bu oluyor.

Aşk ve sahiplik ile kölelik ve sahiplik birbirinden ayrılmıyor. Sevdiğine sahip olmak, sahip olduğunu korumak, gücü elinde tutmaya giden yollardan biri. Bjorn, Porunn’a sana tapıyorum dediğinde, “ben zaten uzun bir süredir köleydim; bana tapma” diyor. Tapılmak değil, saygı duyulmak istiyor. Çünkü obsesif bir aşkın, takıntının sahiplik-köle ilişkisi getireceğinin farkında. Kadın karakterlerin özgürlük anlayışları çok daha samimi ve özgürlük kelimesinin anlamına uygun. Ragnar’ın Lagertha’ya başka ülkelerde bir reisin birden fazla eşi olabiliyor dediğinde, Lagertha’nın çekip gitme sebebi de bu. Ragnar’ın bunu öneri olarak bile sunması, Lagertha üzerinde hüküm sürmeye başlayacağı anlamına geliyor. Oysa bu kadınlar gerçek özgürlüğün peşinde ve erkin otoritesine baş eğmeye hiç de niyetleri yok. House of Cards’da da Zoe bir süre sonra Frank’le arasında olan bu şeyden tiksinmeye başlıyor; nitekim kendini hapsedilmiş modern bir köle gibi hissediyor. Bu noktada birbirinin kölesi olmayı reddeden iki insan var: Claire ve Frank. Frank Zoe’yi, Claire de Adam’ı kölesi olarak kullanıyor; efendilik egoları tazelendiğinde ise birbirlerine geri dönüyorlar.

Merkezi Aramak

Kent sosyolojisinin temel meselesi modern kent toplumlarının yapısal özelliklerini ve sorunlarını anlama çabasıdır. David Harvey kenti oluşturan temel süreçleri sıralarken yoğunlaşma, merkezileşme, ayrılma, istila ve tamamlanma süreçleriyle açıklar. Vikingler için merkez keşfedilecek yeni yerlerdir; ancak bu merkez sürekli genişlemektedir. Bu sebeple bir “kentleşme” gerçekleştiremezler. Ragnar’ın aradığı bizim anladığımız şekliyle bir kent değildir, aradığı doğru merkez noktasından çevresini yönetme çabasıdır. Yüzyıllar sonra geçen House of Cards’ta ise kentleşme gerçekleşmiş, ancak bu kez de merkez birçok noktaya kaymıştır. Frank için merkez Beyaz Saray’da bir koltuktan ibarettir. Harvey’e göre kentleşme dinamikleri sermaye birikim süreçlerinden bağımsız anlaşılamaz. Frank’ın merkezde kalabilmek uğruna harcadığı kişiler ve dağıttığı sus paylarını Ragnar çift taraflı oynayarak yapıyor. Bu payların Underwood ailesinin kötülüklerini ya da Ragnar’ların vahşiliğini de örttüğünü görüyoruz.

Vikings ile House of Cards, seçilen mekânlarıyla dizinin kişiliğini ve kaderini tayin ediyor. Şehirde yaşayan insanlar nasıl kendilerini dünyanın ve her şeyin merkezinde hissediyorsa (city lights), Ragnar ve Frank de önce kendi bölgelerine ve sonra dünyaya hükmeder görüyorlar kendilerini. Kentliler şehirdeki her türlü rezilliğe göz yumarlar (önemli bir şeylerin parçası gibi hissetme çabası), sanki oradan gittiklerinde eskisi kadar önemli, sözü geçen biri olamayacaklardır. Frank’i Beyaz Saray’dan, Ragnar’ı da hükümdarlığından ayrı düşünemiyoruz; çünkü mekânlar kişilikleri olmuş durumda. Frank kendi savaşını, güç savaşının en yoğun olduğu kıtalardan birinde gerçekleştiriyor. Nitekim Ragnar da kendi ufak toprağına sığamıyor. Çiftçiyken yaşadığı hayatındaki özgürlüğü göremiyor; bu ona yetmiyor. İkisi de bundan daha büyük bir şeyin parçası, güç onların kaderi ve ne gerekiyorsa onu yapma ihtiyacı güdüyorlar. Dünyanın merkezi Frank ve Ragnar neredeyse orası.

Kurban ve Din 

Vikinglerin tarihi mitler ile iç içe geçmiş, yazılı kaynağın az olduğu ve söylencelerden ibaret. İnanç sistemleri de öyle. Birçok farklı Tanrı’ya dua ediyorlar, bir şeyler isteyip adaklar adıyorlar. Ragnar rüyalarına giren Kuzgun’un peşine takılmak istiyor çoğu kez, ancak hiçbir şey netlik kazanmıyor. Vikingler İngiltere’ye ilk defa adımlarını atmanın şaşkınlığını yaşarlarken hayatlarında ilk defa rahip görmeleri, Ragnar’ın keşfe olduğu kadar diğer kültürlere merakı sayesinde rahip Athelstan’ın canını bağışlamasıyla Hristiyanlık ile tanışıyorlar. Ragnar’ın bu yeni dinle ilişkisinin bir çıkar ilişkisi düşündüğünü söylememize gerek yok. Henüz bilmediği ise okyanusun diğer tarafında din kendi taraflarında olduğu gibi oldukça baskın bir otorite ve güç sembolü. Pagan ya da Hristiyan, sürekli dua eden insanların üzerinde tahakküm kurulan inancın gizli bir güç olduğu vurgulanıyor. Günümüze geldiğimizde bu gizli güç bazen açık bazen de kapalı olarak politik otoriteye yardımcı oluyor. Bu sayede kurban edilmek, düzen adına yapılan fedakarlıktan çıkarak dini ritüelleri yürüten bir illüzyon gösterisine dönüşüyor.

Geçmişin geleceği beslediği söylenir. Peki, savaş baltası yerine silahlarla öldürülmek mi daha iyidir? Yağma yerine fakirliği mi tercih etmeliyiz? Modern dünya bizlere ölümcül hastalığı gösterip bizi sakatlığa razı mı ediyor? Kölelik modernleşeli çok uzun bir zaman olmadı mı? Vikingler’deki kölelerden çok daha fazlasını House of Cards’da görmüyor muyuz? Her ikisinin de hatalarından ders almayı denesek başarılı olup bilinçli bir şekilde evrilebilir miyiz? Yoksa geçmişin nostalji olarak kalması da oyunun bir parçası mı?

* “Ne vakit kaybı ama. Güç yerine parayı seçti.”

** “Güç her zaman tehlikelidir. En kötüyü cezbeder ve en iyiyi yozlaştırır.”

Not: Bu yazı, yazarların Frank Underwood ve Ragnar Lothbrok’un aslında aynı adamlar olduklarını, yıllardır hiçbir dengenin değişmediğini fark ettikleri anda yazıldı. Güç ve toprak savaşının 2015 dünyasında 8. yüzyıldaki gibi – sadece daha entrikalı ve korkakça- devam ediyor olması yazıya esin kaynağı oldu. Besna Ağın’ın fark etttiği bu benzerlik Gökhan Gök ile ortaklaşa çalışma ile yazıya döküldü.

twitter.com/Bsngn

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

1 comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir