The Newsroom (2012- ): Don Kişot Sendromu

The Newsroom (2012- ): Don Kişot Sendromu

Yazar Puanı3
  • The Newsroom eskiye olan özlemin bir dışa vurumu olarak özetlenebilir. Tamamen hayal ürünü, idealize edilmiş bir eski ABD özlemi diziye baştan sona yön veriyor. ABD'nin eskiden daha iyi bir durumda olduğu, günümüzde yozlaşmaya yüz tuttuğu varsayımı gülünç olmaktan öteye geçemiyor. Tüm dış politika rezilliklerinin medya yardımıyla yapıldığı, siyahîlerin temel haklarını kölelik kalktıktan sonra bile 1960'ların ortalarına kadar kazanamadığı bir politik düzende geçmişe duyulan özlemi anlamak epey zor.
Share Button

Konuk Yazar: Engin Onuk

Don Kişot, okuduğu şövalye hikâyelerinden sonra dünyayı değiştirmek üzere galeyana gelip şizofrenik bir şekilde kendini şövalye ilan eden bir karakterin öyküsüydü. Benzer bir şekilde, The Newsroom’un yaratıcısı Aaron Sorkin de Don Kişot sendromundan muzdarip gibi gözüküyor.

Don Kişot benzetmesi Charlie Skinner, Will McAvoy, MacKenzie McHale başta olmak üzere bütün ACN ailesini kapsarken, geniş ölçekte Amerikan kimliğini temsil ediyor. Neyin ahlaki olarak doğru olduğunu öngören, neyin haber değeri taşıyıp taşımadığına en doğru şekilde karar verebilen, her şeyin en iyisini mutlak surette bilen bir Amerikan kimliğinden bahsediyoruz. Hatalara ve zorluklara rağmen, her şeyin üstesinden olabilecek en iyi şekilde gelebilen bir yapılanmaya sahip ACN kadrosu. Yarattığı karakterlerden çok kendisinin Don Kişot’luğa soyunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz Aaron Sorkin’in, karakterler bunun bir yansıması sadece.

Sorkin’in yarattığı The Newsroom başkarakterlerinin tamamı kendilerine biçilen yüce misyonla tanımlanıyor. Bu misyonu kavramak çok da zor değil: ABD’yi tekrar eskisi gibi dünyanın en iyi ülkesi haline getirmek. Eski “mükemmel” ABD’nin tekrar yaratılmasının medya ayağı olarak News Night’a bel bağlanıyor.

Elitizimle yoğrulmuş, başka insanlara medeniyet öğretmeyi kendine görev bilen, başını Will McAvoy ve MacKenzie McHale’in çektiği kendini beğenmiş karakterler izliyoruz The Newsroom’da. Magazinel herhangi bir anlam taşıma ihtimali bulunan bir olay (tecavüz haberi dâhil) The Newsroom dünyasında tam anlamıyla bir tabu, çöp ya da tehlikeli haber kategorisine atılıyorlar hemen. İnternete ve getirdiği yeniliklere çok büyük bir şüpheyle yaklaşılıyor. Occupy Wall Street hareketi canlı yayında aşağılanıyor. Siyasi olmayan, kamuoyunda yeterince önem arz etmeyen ve gerçeklere dayanmayan (önem ve gerçeklik derecesine karar verenler tabii ki başkarakterler) hiçbir olay The Newsroom’da haber değeri taşımıyor. Aaron Sorkin, medyanın dışından biri olarak medyaya işini öğretmeye sofistike bir senaryo örgüsü içinde, basite indirgenmiş karakterlerle birlikte kalkışıyor.

The Newsroom eskiye olan özlemin bir dışa vurumu olarak özetlenebilir. Tamamen hayal ürünü, idealize edilmiş bir eski ABD özlemi diziye baştan sona yön veriyor. ABD’nin eskiden daha iyi bir durumda olduğu, günümüzde yozlaşmaya yüz tuttuğu varsayımı gülünç olmaktan öteye geçemiyor. Tüm dış politika rezilliklerinin medya yardımıyla yapıldığı, siyahîlerin temel haklarını kölelik kalktıktan sonra bile 1960’ların ortalarına kadar kazanamadığı bir politik düzende geçmişe duyulan özlemi anlamak epey zor. Aslına bakarsanız, ABD, iç politikada eşcinsel evliliğin eyalet düzeyinde yasallaşması, kadın haklarının ilerlemesi, siyahîlerin temel hak kazanımları gibi konularda insan hakları açısından geçmişe nazaran çok daha elle tutulur bir yerde. Dış politikaya bakmak çok gerekli değil sanırım, anti-komünist müdahaleciliğin yerini anti-terörist müdahalecilik almış durumda. Hangi geçmiş özleniyor o zaman?

Charlie Skinner ve MacKenzie MacHale’in News Night’ı yeniden tasarlamadan önce üzerinde anlaştığı önemli bir kural var: Reyting kaygısı olmadan, kitle yayıncılığı yapmadan, sadece gazetecilik için gazetecilik yapmak. Ancak, 2 yaşındaki bebeğini öldürmekle suçlanan Casey Anthony’nin davasını gündemine almamasından dolayı News Night’ın reytinglerinin düşmesiyle patron Reese Lansing’in News Night yöneticilerini azarlaması şaşırtıcı bir şekilde sonuç veriyor. Skinner sözünü tutamıyor ve reytinglerin haber içeriğini belirlemesine hoyratça izin veriyor, Casey Anthony, News Night gündemine alınıyor. Daha sonra, Will McAvoy’un sunduğu haber programında Tea Party hareketine Amerikan Taliban’ı demesi çok tepki topladığından dolayı patron Charlie Skinner, yola çıktığı misyondan yine saparak Will’i 9/11 yıl dönümünde bir kereliğine sunuculuktan alıyor ve yerine Elliot ile Sloan’u getiriyor. Will’in tavrı ve retoriği de buna bağlı olarak değişiyor. Eskisi gibi korkusuz ve girişken davranmayı bırakıyor, konuklara zorlayıcı sorular sormayı kesiyor; daha ılımlı bir üslup benimsiyor. Kısacası 3 sezon boyunca reyting kaygısının, patron tarafından editoryal müdahalelerin News Night’ı yönlendirdiğini defalarca görüyoruz. Edinilen misyon o kadar idealist ve hayalperest bir konumda ki, Aaron Sorkin yarattığı bu hayali dünyada bile işin içinden çıkmayı becerememiş.

Medya ve politikaya yeni bir bakış açısı getirme kaygısı diziye hâkimken yeni ve daha önce düşünülmemiş hiçbir şey işlenmiyor. Mevcut siyasi gündemdeki demokrat, cumhuriyetçi kavgasına bariz bir şekilde demokratların bakış açısından yaklaşılıyor. Will McAvoy eski bir cumhuriyetçi olarak, cumhuriyetçileri ve muhafazakâr Tea Party hareketinin önde gelen isimlerini onları küçük düşürüp aşağılamak adına programına konuk ediyor. Tarafsızlık adına Obama hükümetini silah kontrolünü sağlamamakla eleştirirken asıl hedef önde gelen cumhuriyetçi politikacı ve gazetecilerin Obama’nın halkın elinden silah taşıma hakkını alma planı olduğu iddiasını çürütmekten ibaret. Ortada tarafsızlık yine yok,  bunlar 150 yıla dayanan iki partili Amerikan politik sistemi içinde sıkışıp kalmış geleneksel retoriği devam ettirmekten başka hiçbir işlev görmüyor.

Dizide ilgi çekici ve önemli bir ayrıntı var: Tek bir sevişme sahnesi bile yok. Duygusal ilişkilerin çok seviyeli bir şekilde işlenmesine özellikle dikkat edilmiş. Sadece işten ibaret bir hayat portresi var. Will’in MacKenzie ile, Don’ın Sloan ile, Jim’in de Maggie ile ilişkisine tanık oluyoruz ama bu kesinlikle işin önüne geçmiyor.

Kadının toplumdaki rolünün çok sınırlı ve yüzeysel olduğu bir dünyası var Aaron Sorkin’in anlaşılan. Dizideki önemli detaylardan biri de bu. Casusluk yasasından tutuklanan MacKenzie McHale değil, Will McAvoy oluyor. Zaten risk alıp kahramanlığa soyunan her seferinde nedense Will McAvoy oluyor. Medyatik olan Will; MacKenzie McHale, işin çoğunu yapmasına rağmen hiçbir zaman kamuoyu önünde görünür değil. Kadınlar sadece güzellikleriyle göz önünde olabiliyorlar, mankenlik yarışmasından çıkmışa benzeyen, ekonomi haberleri sunuculuğu yapan Sloan gibi. Genelde ACN kadrosunda gördüğümüz kadarıyla taşın altına elini koyan güçlü karakterler hep erkek: Will, Don, Neal, Jim ve Charlie.

The Newsroom, sürükleyici bir dizi; hele bir de Amerikan politikası, medya gibi konular ilginizi çekiyorsa keyifle izlenecektir. Fakat propagandist yanı çok ağır basıyor, Amerikan istisnacılığı (American exceptionalism) dizinin iliklerine kadar işlemiş. Bunu müzikleri saymazsak çok göstere göstere yapmıyor, hatta izleyici olarak karakterlerin verdiği kararlara, senaryonun gelişimine karşı çıkamayacak kadar düşünülerek tasarlanmış; ama dizinin izlediği stratejinin farkında olmak, tetikte beklemek gerekiyor.

Ne de olsa günün sonunda Amerikalılar günü yine kurtarır.

twitter.com/OnukEngin

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir