Mary and Max (2009): Mary ve Max’e Mektup

Mary and Max (2009): Mary ve Max’e Mektup

Share Button

Sevgili Mary Daisy Dinkle ve Max Jerry Horowitz;

Sizlere belki 20–30 yıl gelecekten ama bambaşka bir dünyadan sesleniyorum. Benim dünyamda mektup arkadaşlığına yer yok; çünkü artık imkânlar içerisinde yüzen insanlar mektuplaşmanın hazzını sanırım özlemiyor. Yeni kuşakların mektup yazmaya heves etme ve gereken emeği gösterme ihtimali ise sahip olduğumuz onlarca iletişim imkânının hepsinin birden durmasına bağlı. Belki az sayıda mail arkadaşlığı veya internet üzerinden sohbet arkadaşlığı yapanlar vardır ama onlar sayılmaz. Teknolojinin geriye gitme ihtimalini de yok sayarsak sizin hikâyeniz ve dostluğunuz benim gibi bazı insanlar tarafından sevgi duyularak hatırlanacak, hatırlatılacak ama maalesef benzeri dostluklar artık pek yaşanmayacak.

Bugünlerde posta kutularımız sadece faturalar, el ilanları, broşürler ve davetiyeler almak için varlar. Onların da mürekkebi kalemlerden akmıyor, yazıcı şeritlerinden püskürüyor. Böyle düşününce kalem ve daktilonun, samimiyet ve önemseme içerdiğini hissediyor insan, değil mi? Yenidünyada iletişimin büyük bir kısmı internet üzerinden sağlanıyor. Telefonlarımızın arama özelliği bile yakında neredeyse kullanılmaz olacak. Evet, iletişim araçlarımız çok ama onların bir kısmını sadece iletişim kurmak için kullanmıyoruz artık, fark edilmek için de kullanıyoruz. Kendimizi ifade etmek ve önem verdiğimiz konularda farkındalık yaratmak adına katıldığımız sosyal platformlarda bir süre sonra insanları fark edilmek için bir basamak olarak kullanmaya ve onları bireyler olarak değil, birer rakam olarak görmeye başlıyoruz. Toplamları ne kadar şöhretli olduğumuzu ölçmemizi sağlıyor. Daha da şöhretli olma arzusu ile o platformlarda daha çok kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz ve sonunda ya özel hayatını da herkese anlatan ve her anını nedensiz yere dünyaya rapor eden insanlara dönüşüyoruz ya da o küçük ekranlardan iletişim kurmaya bağımlı, kafamızı kaldırıp çevreye ve gerçek insan yüzlerine bakmaktan sıkılır hale geliyoruz. Böyle bir dünyada tatmin olabilmenin ve huzura kavuşmanın imkânsızlığı kimsenin aklına bile gelmiyor. Ceplerimizdeki telefonlar öyle imkânlarla donatılmış durumda ki birine ulaşabilmek için 10 farklı imkân sunuyor bizlere. 10 ulaşılma imkânının 10’undan da haberdar olan hiç kimse 9 ulaşılma imkânıyla kaldığında tatmin olamıyor. Bir sanal paylaşım aracı geride olduğumuzu bildiğimiz anda kendimizi eksik ya da her şeyi kaçıran biri gibi hissediyoruz. 20 yıl öncesinden bakınca ne faydalı, ne güzel bir zenginlik diyesiniz geliyor olabilir; insanlar böyle imkânlar içerisinde yalnızlık çekmiyor, arkadaşlık ve sohbet eksikliği hissetmiyor olmalıydı. Fakat öyle olmadı! İletişim kurmanın onlarca farklı yoluna sahip olmamıza rağmen hiç kuvvetli bağlar kuramıyor, samimi iletişim sağlayamıyoruz. Yüzlerce, binlerce insan ceplerimizde, parmaklarımızın ucunda olmasına rağmen Amerika ile Avustralya arasındaki mesafeden bile daha uzağız birbirimize.

Benim çocukluğumda IYS Pen Friend diye bir mektup arkadaşı kazandırma organizasyonu vardı; Finlandiya’da kurulmuş. Yabancı dilimizi geliştirmemiz için okullarda dağıtılan formlara hangi ülkeden mektup arkadaşı edinmek istediğimizi yazıyorduk; onlar da bize bir isim ve adres bildiriyorlardı. Herhangi bir fotoğraf ya da bilgi sahibi olmaksızın, tıpkı sizin arkadaşlığınızın başladığı gibi. Yabancı dilimizi erken yaşlarda geliştirmemiz güzel bir şey ama eğitim-öğretim sistemimizin o yıllarda çok kötü olması sebebiyle öğretmenlerimiz hiçbir dönem başladığı eğitimi bitiremezdi; bazen başka branşlardan öğretmenler, ders boş kalmasın diye gelirken her yeni yabancı dil öğretmeni öğretmeye baştan başlamak zorunda kalırdı. O zamanlar okulda dil öğrenmek koca bir hayaldi. Kim bilir ne saçma ve yanlış cümleler kurmuşuzdur mektup arkadaşı edinme hevesiyle. En güzel zarf ve pulları ararken harcanan emek, nasıl bir hediye gönderebilirim stresi ve en güzel şekilde yazabilmek için harcanan kâğıtlar… Sizin sayenizde gördüm ki bir yağlı kâğıt veya bir konserve kutusu bile mektup yazmak için kullanılabilir hâlbuki. Her şey samimiyete ve iletişim kurma isteğine bağlı…

Bugüne kadar kaç psikolojik travma yaşadığınızı biliyor musunuz? İnsan yaşadığı travmaları unutmaz; eğer sayısını bilmiyorsanız, bu bir çırpıda sayılamayacak kadar çok olmasındandır. Zaten ya çok azdırlar ya da çok fazla. Kendi seçemediğimiz ailelerimiz yüzünden daha çocuk yaşlarda bir çuval travma yüklenip yorgun düşebiliyor kimimiz. Fiziksel olarak hiçbir kusurumuz olmasa da duygusal yıpranmalarımız ve kaybolan özgüvenlerimiz yüzünden kusurluluk bilincine yok yere sahiplenmiş bulabiliyoruz kendimizi. Ve çocukluktan kalan kusurluluk bilinci insanı rahat bırakmıyor yetişkinliğinde de. Kendini toplumun dışında veya topluma aykırı hisseden, çelişkilerle dolu ve aklı karışık bireylerin kendisiyle barışması ve toplumla arasındaki setleri aşması için sizinki gibi dostluklara, kendilerini ifade etme imkânı sağlayacak ve özgüven kazandıracak, utanılma korkusuz ilişkilere ihtiyaçları var. Kusurlu olduğunu düşünen insan sayısının bugünlerde arttığı veya azaldığı konusunda bir kanaat oluşturamıyorum; çünkü yeni dünyada sabitlenen, her coğrafyada benzeşen bir ideal algısı var ve yine imkânlarımızın çokluğu sayesinde kusur olduğu düşünülen şeyler daha çok gizlenir veya daha şiddetli bastırılır oldu. İnternet’in Asperger Sendromu sahiplerine iyi geldiğini söylüyorlar. Sosyal fobileri yenmek ve sözel olmayan kodlarla uğraşmak zorunda kalmadan iletişim kurabilmek adına bir araç olarak görüyorlar belli ki. Bence bu tamamen bir kandırmaca; insanları kusurlarıyla kabul etmek ve kusurları gizlememek yerine internet sayesinde rahatsız olduğunuz özelliklerinizi saklayabilir, kendinizi kusursuz olarak gösterebilirsiniz demek gibi bir şey. Bu şekilde özgüven kazanmayı bırakın, daha çok bastırılmışlık ve stres sahibi olunur. Oysa ideal olmaya yaklaşmak için her şeyin yapıldığı bir dünyada bizi artık kusur dediğimiz şeyler farklılaştırabilir sadece. Bugünlerde insanlar aynı fabrikadan çıkmış gibi tek tipler. Garip ki artık farklı olma arzusu da taşımıyor, medya ve küresel şirketler sayesinde dünyanın her yerinde oluşan ideal veya popüler görünüme kavuşmak için adeta yarışıyorlar. Kendisiyle barışık ve özgüveni yüksek olanların etkileyicilik ve çekicilik potansiyelinin yüksek olduğu muhakkak; ancak sevgiyi ve dostluğu en iyi onların bildiğini kim söyledi insanoğluna merak ediyorum. Kusuru olmasın demek yerine sevdiğim bir kusuru olsun diye düşünmez mi kimse? Hâlbuki çok sevimli kusurlar var.

Benim yaşadığım ülkede bebekler başbakanın ağzından çıkıyor. Nüfusu genç tutma pahasına o karar veriyor kime kaç çocuk verileceğine. Dünya artık yaşlı nüfus istemiyor; ekonomiye yararsız, devletlere ise külfet olarak görülüyorlar. Nüfusu genç tutmak isterken dünyayı kalabalıklaştıran ve aç-tok, zengin-fakir ayrımını çoğaltan bu anlayışta iyi beslenen, sağlıklı gelişen ve kültürel olarak kendini geliştiren bir gençlik oluşup oluşmaması; dünyanın doğal dengesinin bozulmaması ve şehirlerimizin, topraklarımızın, tarımsal üretimimizin yeterli olup olmadığı pek umursanmıyor. Elimizde kalan tek şey daha fazla genç ama daha fazla işsizlik, daha fazla psikolojik travma ve daha fazla özgüvensiz insanlar maalesef.

Şu hayatta en nefret ettiğim ve yanlış bulduğum şey “ilk izlenim” denen ve çok önemsenen kalıpçılık. Herkesin psikolojik olarak sağlıklı olduğunu varsayan ve insanların her hangi bir kaygısı, kararsızlığı, özgüven problemi, sosyalleşme adına kendi kabahati olmayan eksikleri olabileceğini tamamen göz ardı eden bu kategorize etme hastalığı yüzünden kim bilir kaç olası samimi dostluk, aşk ve iş ilişkisine kapılar baştan kapatıldı. Örneğin konuşurken göz kontağı kurmadığı için samimiyetsiz bulunan insanlar; hiç bunun ardında psikolojik etkenler olduğu varsayılıp özgüven aşılanmaya çalışılmaz ya da oldukları gibi kabul edilmezler. Varsayılsa bile bu bir kusurdur ve kusurların sahibi tarafından örtülmesi beklenir. Yanlış anlaşılmama adına kusur örtmek ne garip bir çelişkidir. Hâlbuki çocukların ve hayvanların da kusurları vardır; insanlar, çocuklar ve hayvanların sahip olduğu kusurlar karşısında sundukları şefkatli ve anlayışlı tavrı nedense yetişkin olduğunu düşündükleri insanlara karşı göstermezler.

PS. Eskiden ben de arkadaşlarımı kokularıyla tarif edebilirdim; salça kokan, tereyağı kokan, yumurta veya silgi kokan arkadaşlarım vardı. İnsanların kendine has kokularının olması çocuklara ait bir özellik olarak kaldı sanırım; çünkü yetişkin insanları sadece güzel parfüm kokanlar, kötü parfüm kokanlar, sigara, alkol veya ter kokanlar olarak ayırabiliyorum. Belki de modern dünyanın eskiye nazaran daha kirli atmosferi ve kalabalığı sebebiyle burunlarımız körelmiştir.

PPS. Bence aşk, âşık olduğuna bakarken etrafında hareler görmektir ve bu sadece birkaç anlığına olur. O an hareler ne kadar keskinse aşk hissimiz, içimizde o kadar uzun yaşar. Birkaç yıl içinde hareleri tekrar göremezsek aşk hissi yavaşça kaybolur.

Not: Yazıda kullanılan minimal afiş Cineritüel için Ahmet Can tarafından tasarlanmıştır. İzinsiz kullanılamaz.

, , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir