Kış Uykusu (2014): Kurtarıcı Olmak Mı Yoksa Gardiyan Olmak Mı Daha Zor?

Kış Uykusu (2014): Kurtarıcı Olmak Mı Yoksa Gardiyan Olmak Mı Daha Zor?

Share Button

Freud’un Dostoyevski için söylediği, romanların bazılarının arkasında da yazan, çok bilinen havalı bir cümle vardır: “Pekala dünyanın kurtarıcısı olabilirdi ama o dünyanın gardiyanı olmayı seçti”. Neden gardiyan olmuştur Dostoyevski? Ya da bu yorumun nasıl bir haklılık payı vardır? Belki Raskolnikov’un gönderildiği hapishaneyi ya da Prens Mişkin’in tüm iyilik faaliyetlerinden sonra tekrar gönderildiği akıl hastanesini düşünürsek, böyle bir yorumun haklılık payı olduğu sonucuna varabiliriz. Ama bence Dostoyevski’ye gardiyanlık değil daha çok mahkûmluk yakışır. Freud’un gardiyanlık göndermesi, kendisinin toplumsal pratiği bir bireyci rüya alemine hapsetme girişimiyle ilgili olabilir. Lakin Dostoyevski, yaşamaya mahkûm bir üst insan figürüne daha yatkındır. Raskolnikov’un nihilist ve kendini beğenmiş karakterine veya Mişkin’in erdem takıntısına, Stavrogin’in alaycı kişiliğine odaklandığımızda Dostoyevski edebiyatı çok da anlaşılmaz diye düşünüyorum. O halde bir hatırlatma yaparak Dostoyevski’nin kendi üretimiyle ilgili bir mektubunda geçen şu cümlesine kulak vermek zorundayız: “Benim için en büyük buluş Öteki fikrini geliştirme becerisidir.”

Evet, Öteki romanı bence de en önemli Dostoyevski buluşlarındandır ki yazar bu fikri aslında diğer tüm ana karakterlerinin bir izdüşümü olarak sürekli yeniden üretir. İşte bu nedenle ana karakterlerin baskısı altına girmeden önce bu ikiz figürlere, ‘öteki’ üzerinden geliştirilen olay örgüsüne bir göz atmakta fayda var. Yani Raskolnikov’un antitezi olarak işleyen, onun sıra dışılığına karşın bir nevi sıradanlığın erdemliliği olarak yapılandırılan Razumihin; Mişkin’in bir gömlek üstü veya varacağı son noktayı imleyen ve ateizmini herkese uzunca temellendirerek anlatan İppolit; ya da kendini beğenmiş Stavrogin’in sinik eylemsizliğine karşı tuttuğunu koparan Pyotr Stepanoviç ya da sadece söylenileni yapan bir maşa olarak kullanılan kaçak kürek mahkûmu Fedka, “öteki” fikrinin doğurduğu bölünmüş egonun vücut bulduğu karakter grupları olarak sayılabilir. Peşine düşmemiz gereken yer bir yandan anlatının ana karakterlerinin tartışma noktaları olması gerektiği gibi diğer yandan ana karakterlerden sızan öteki karakterlerinin işlevlerini de çözmek olmalıdır.

Peki bu giriş paragrafı hangi noktalarda Kış Uykusu’yla (2014) kesişir? Sanırım Nuri Bilgi Ceylan’ın dünyanın gardiyanı olduğunu iddia eden bir psikanalizci henüz çıkmadı. Çıksa da bence Freud’un Dostoyevski konusunda yanıldığı gibi o psikanalizci de Nuri Bilge konusunda yanılırdı. Ceylan sinemasını kat eden bir nihilizm sarmalı olduğunun farkındayım. Yine bazı yazılarda değinildiği gibi sinik aydın karakterlerinin önemli bir motif olduğu fikrine de katılırım.i Issız adam histerisinden muzdarip, başına gelenler karşısında kifayetsiz kalan ve düştüğü açmazlarla zavallı erkek mitini tekrarlayan bir eril kod bulunan söylemi de keşfedebileceğimiz karakterler yok değil.ii  Ama biraz da film üzerine söylenmemiş olanları söyleme kaygısıyla ana karakterlerden sızan “öteki” karakterleri tartışarak filme yaklaşmak niyetindeyim.

Kış Uykusu filmi ana karakteri olan Aydın üzerinden anlatı kurar. Aydın emekli olduktan sonra İstanbul’dan Kapadokya’ya taşınmış eski bir tiyatrocudur. Kapadokya’da aileden kalma oteli işletir ve kiralık mülklerinin kiralarını toplar. Tabii yerel gazetede bilgiç yazılar, gerçekten var olduğunu kestiremediğimiz kitabı üzerinden caka satmalar gibi çeşitli aktivitelerden de geri durmaz. Aydın karakteri merkezli ilişkiler, basmakalıp yarı-aydın hezeyanları, ikiyüzlü ailesel ilişkiler, seçkin ev davetlerinde ego savaşına girme gibi birçok uzun sekansa yayılır. Ama filmin daha çok “öteki” figürü üzerinden nasıl bir göndermeler bütünü içerdiğine göz atmak, bahsedilen yarıklardan sızanları görebilmemize yardım edebilir. Bu amaçla uğrak noktamız Hamdi karakteridir.

Aydın’ın kiracısı imam Hamdi, kardeşi ve ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Aydın karakterinin topluma yabancılaşmasının yürütücü gücü olan Hamdi, (Hamdi’nin kokan ayakları üzerinden din adamlarının davranışlarıyla ilgili olan yazısında görüyoruz bu durumu) Aydın’ın kendisini icraya vermesine rağmen onunla bir şekilde ilişkisini dengede tutup ailesinin huzurunu düşünür. Hamdi’nin kardeşi İsmail, hapisten yeni çıkmış ve Aydın’ın sağ kolu Hidayet’le tartışmıştır. Yani fevri, sonunu düşünmeyen bir mizaca sahip olarak resmedilir İsmail. Aydın’ın genç karısı Nihal’in yardım amaçlı verdiği parayı da beylik laflarla ateşe atıp yakmıştır. Bu noktada yönetmen İsmail’in bu kahramanca tavrı ile Hamdi’nin gururunu ayaklar altına alma pahasına Aydın’dan süre istemesi arasında bir fark kurarak hangi davranışın daha fedakârca olduğunu sorar?* Tabii beklenileceği gibi böyle bir soruya cevap vermez. Aslında alt metin tartışması bu noktada değerler üzerinden şekillenir. Yani bir yandan üfürükten entelektüelcilik oynayan Aydın ve ailesinin dünyevi hazlara gömülmüş ve bunun dışında herhangi bir değer üretmeyen yaşamı ile ailesi için gururunu hiçe sayan ve ailesinin huzuru için dünyevi çıkmazı aşma gayretinde olan Hamdi ve ailesi üzerinden gelişen bir tartışmadır bu. Yani Aydın’ın ötekisi ne genç karısının peşinde dolanan öğretmen ne de sürekli atıştığı kardeşi Necla’dır. Öteki olarak Hamdi karakterini tartışmaya açmak bu nedenle önemlidir. Çünkü bu nokta profan ve kutsal arasındaki diyalektiği görmede etkilidir. Hamdi bir nevi kendini kurban ederek kutsal saydıklarını koruma eğilimindedir. Bu karmaşık tartışmayı yaparken Ceylan, hem hikayenin gücü hem de yetkin bir sinematografiyle bir nevi ‘bozkırın tezenesi’ne dönüşür.

Bozkır

Bozkır, özellikle büyük şehirlerden göç edenler için çifte işlev görür. İlk olarak bir restorasyon işlevi görür ki, şehirli başarısızlıkların başka ilişkilere evrildiği yerdir. Aydın bu durumu, yani bozkır algısını anlatırken “belki benim krallığım küçük ama hiç değilse orada ben kralım” cümlesiyle açıklar. Yani ufak bir zenginlik bile hüküm sürme gücü verir ki restorasyondan kastım tam da bu. Şehirdeki libido kaybı bir nevi bozkırda narsistlik olarak açığa çıkar. İkinci işlev, Aydın’ın eşi Nihal’de karşımıza çıkan ve tatminsizliği giderme aracına dönüşen, kof iyilik üzerinden dünyevileşen, hayatına anlam arayan şehirli dürtüsüdür. Bu noktada bozkır küçük karşılaşmaları ve tanışıklıkları yücelten bir mabede dönüşür ki Nihal’ın yardım kampanyalarını, İsmail’e para verme girişimini ve öğretmenle kurduğu ilişkiyi bu açıdan değerlendirebiliriz. Yani tatminsiz kentli, yabancılaşmasını arttıracak tatmin araçlarıyla, yine bireyci kentli refleksleriyle eylemde bulunur.

Hamdi karakterinde ise bu denli sofistike maskeler yoktur. Hayatın zorluklarını bir çeşit kendine özgü deneyimlerle öğrenerek yaşamaya devam etmektedir. Aslında devam filmi çekilecek olsa hikayenin Hamdi’nin bakışı üzerinden anlatılması çok isabetli bir tercih olurdu. Bir yandan maskelerinin ardına sığınanlarla diğer yandan maskenin ne olduğunu bile bilmeyenler arasında kültürün ve entelektüelliğin işlevlerini sorgulamak çok verimli olacaktır. Hamdi karakteri de hem ötekiliğinin dezavantajlarıyla boğuşan hem de kurtarıcı-gardiyan ikiliğini aşarak mahkûm edilmiş bir bozkır karakteri olarak karşımıza çıkar.

i Bu bahiste Kürşat Saygılı’nın yazısı önemli tespitler içerir. Kış Uykusu (2014): Nuri Bilge Ceylan Sineması Üzerine Yaz Notları

ii Bu kapsamda Berna Sitera Değirmen’in yazısı bu konuyu vurgular: İklimler (2006): İklimler Filmini Bechdel Testi Üzerinden Okumak

* (Filmin anahtar kahramanı olarak Hamdi üzerinden analiz yaparken, Teksin Begeç’in filmdeki duygu değişimlerinin karakterler üzerindeki etkisini tartıştığı yazısı, yazımızın alt fonunda illaki kendisine yer bulur.) Bahsi geçen yazı: Kış Uykusu (2014): Değişken Duygular

Not: Bu yazı ilk kez Rabarba Şenlik Dergisinin 16. sayısında yayınlanmıştır.

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir