Philomena (2013): Kaybolmadan, Yitirilmeden

Philomena (2013): Kaybolmadan, Yitirilmeden

Share Button

Stephen Frears, bir annenin dramını izleyiciye sunarken aynı zamanda da toplumun kadın üzerindeki hâkimiyetine de değinmeden duramamış. Judi Dench ve Steve Coogan’ın başrollerinde yer aldığı film kahkahalar atmanıza sebep olurken ani bir duygu değişimiyle ağlak bir forma da sokabilmekte.

Umudun Peşinde, bir annenin dramını anlatıyor. Martin Sixsmith’in “Lost Child of Philomena Lee” isimli kitabından ve Philomena’nın gerçek hikâyesinden uyarlanan film, kadının üzerindeki hegemonyadan yola çıkarak sunuluyor. Bu hegemonyanın sebepleri arasında kutsal değerler, kutsal toplum, kutsal insanlar kavramları yatmakta. Ama bu kutsallıklar genelde kadını ötekileştirme adına ve geri plana atma adına uygulanmış ritüeller olarak imgelenmekte.

Enteresan bir şekilde dram, kara mizah ile buluşurken bir taraftan da “acı ama gerçek” silsilesinde yoğrulmaya devam edersiniz. Acıdır Philomena’nın yaşadıkları, acıdır yitip gidenler ve ne acıdır kavuşma gününün gelip çatması. Yıllar önce elinden alınan oğlunun izini sürmeye kararlı Philomena ve ona yaverlik eden Martin Sixsmith’in hikâyesidir bu. Bir umudun peşinden gitmektedirler. Bu umut; “hasret bitecek be Philomena oğluna kavuşacaktır”dan ibarettir. Peki, oğluna nasıl anlatacaklar onca geçen zamanı?

Philomena’nın hayatında bölümler vardır. Hamile kalması, çocuğunu doğurması, çocuğunun elinden alınması ve onu araması… Bizler Philomena’nın hayatının evrelerine tanık oluruz, onunla paylaşıyoruz anne olup ama anne olamamayı. Hoyratça bağnazlık karşısındaki aciz duruşunu izleriz onun. Ona karşı zorbalıklara şahit oluruz. Kadın olmanın güçsüzlük olduğunu izlettirir bizlere. Genç bir kadın olmanın toplum ve din karşısındaki baskısına şahit eder izleyenleri.

Philomena’da kadınlar için bakireliğin önemine ve toplumun hegemonyasına takılı kalırsınız. Toplum, ikiyüzlü tavrıyla her şey de olduğu gibi yine kadını suçlu ilan eder. Kadına verir en büyük cezasını. Bunu da inanç sisteminin parçalarını kullanarak ve bu parçalarla yönlendirme yaparak aktarmayı yeğler. Çünkü bağnazlık en kabul gören ve otoriteye uyum sağlayandır. Kadını suçlar sanki hamile kalmayı kadının kendi başarmış gibi. Aynı toplum hala inanmaya devam eder Meryem Ana inançlarına, kutsallığına. İkiyüzlüdür toplum. Sever güçsüz olandan nemalanmayı.

Philomena ne ilktir ne de sondur onlar için. Ama Philomena’nın oğlu onun için tektir, biriciktir. Ona kavuşma günüyle bekler de bekler. En sonunda karşısına çıkan Martin ile hayalini gerçekleştirme yolunda emin adımlarla ilerler. Philomena ve Martin’in hikâyesi de zıt kutupların birbirini çekmesi gibidir adeta. Zaten film içerisinde de sık sık zıtlıklara değinilmektedir. Rahibe ve bir ateistin beraber yol almaları da bunlardan biridir ya da gay ve hetoro yaşamların bir arada bulunması gibi. Bu sebeple film içerisinde de dini söylevlere, atışmalara rastlanmakta.

Filmin içinize işleyen büyüsünden etkilenmenin yanı sıra ilerlemiş yaşıyla olanca zarafetiyle izlediğimiz Judi Dench’e de hayran olmamak elde değil. Dench, Philomena’nın ruhuna kendi öz akışında bir yer açmış ve onu orada yaşatmış. Onu izlerken izleyicinin de Philomena’yı içselleştirmesini sağlamış oluyor.

Filmin akışına her ne kadar kendinizi kaptırsanız da senaryodaki boşluklar da göze çarpmıyor değil. Senaryo içerisinde konu dağılımında orantılı davranılmamış. Zaman zaman konudan sapmalar yaşanmakta. Yine de Philomena’nın hikâyesini anlatan “Umudun Peşinde” izlenmeden geçilmeyecek filmler arasında sımsıcak bir halde izleyicisini beklemekte.

twitter.com/demetozturk

, , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir