Christopher Nolan’ın En İyi 5 Filmi

Christopher Nolan’ın En İyi 5 Filmi

Share Button

Christopher Nolan’ı tarif etmeye kalktığımızda, yönetmenlik kariyerine mütevazi bütçelerle başlayan ancak heyecan duyduğu konuları gösterişli bir şekilde beyazperdeye aktarmanın çok masraflı oluşu sebebiyle yüksek bütçeli filmlere hızlı bir şekilde yönelen, gişe canavarı filmleri kaleme alırken Nolan imzasını da istikrarla atabilen; güneş sisteminin zaman olarak, yeryüzü kabuğunun ise mekan olarak yeterli gelmediği sinemasını, hayal gücünün genişliğiyle farklı zaman işleyişlerine ve farklı mekan oluşumlarına taşıyabilen, tüm bu sebeplerle bir Nolan evreninden bahsedilmesine sebep olan, sıra dışı içeriklerin çizgisi sabit yönetmeni diyebilmek mümkün.

Bükmek, katlamak, parçalamak ve tabii ki akıl oyunları… Onu bir uzay bilimcisi gibi zamanı bükmeye çalışırken de görebiliriz, bir senarist olarak öyküsünün akışını parçalamaya çalışırken de. Bir mimari yapıyı katlamaya çalışırken de görebiliriz, bir kahramanın veya şehrin kanıksanmış özelliklerini parçalamaya çalışırken de… Ancak tüm filmlerinde ya karakterlerin birbiriyle oynadığı akıl oyunlarına ya da aklın karakterlere oynadığı oyunlara rastlamak mümkün. Bu yönüyle psikoloji de Nolan sinemasının olmazsa olmaz bir diğer unsuru.

Erol Demiray

Cineritüel yazarlarına göre Christopher Nolan’ın en iyi 5 filmi

Memento

  1. Akıl Defteri (Memento, 2000)

Çoğu kişi tarafından, ters kurgusuyla döneminin ve türünün en iyisi olarak kabul görmüş Akıl Defteri, “Gerçeği istemiyorsun, kendi gerçeğini uyduruyorsun,” repliğiyle tamamen özetlenebilir aslında.  Ters kurgu tekniğiyle seyirci, filmde yakın dönem hafıza kaybı yaşayan Leonord karakteriyle tamamen özdeşleşebiliyor; çünkü onun hatırlamadığı şeyleri bizde kurgusal sıralamaya göre henüz bilmiyor oluyoruz. Kronolojisi doğru ilerleyen siyah beyaz sahnelerde de başka bir hikaye anlatılıyor.

Başından beri karısının tecavüz edilip öldürülmesinden sonra tek amacı katili bulup öldürmek olan bir karakter izlediğimizi düşünüyoruz fakat son sahnelerde olayın daha derin olduğunu anlıyoruz. Leonard, aslında bunu aşk ya da intikam için değil kendi akıl sağlığını daha fazla yitirmemek için yapıyor. Çünkü bunu yapmazsa, var olmak için bir sebebinin kalmayacağını biliyor, bu nedenle kendine sürekli peşine düşülecek John G.’ler buluyor. Aşk ve intikam sadece bunu yapmasında onu teşvik eden duygular. Yani Nolan’ın her filminde kullanmayı sevdiği aşk ve sevgi kavramından daha bencilce bir şey ile karşılaşıyoruz.

Çoğu insanın ilk izlediklerinde anlamakta dahi zorlanacakları bu filmi, yazıp, yönetip, kurgulayan Nolan; filmi izlerken seyirciye kafasında kendi kurgusunu yapma imkanı sunuyor. Aslında bir bakıma olayları yakalayıp, sırasını anlamak için izleyicileri de Leonard gibi hafızalarıyla bir savaşa sürüklüyor.

İlayda Bıyıklı

The_Dark_Knight

  1. Kara Şövalye (The Dark Knight, 2008)

Nolan’ın Batman Üçlemesinin ikinci filmi Kara Şövalye; içerisinde barındırdığı kahraman, anti-kahraman ilişkisi ve bu kahramanların ideolojik derinliklilerinin birbirlerinin öykülerini geliştirmesindeki yetkisi sebebiyle gerek üçlemeden gerekse de Nolan sinemasından ayrılıyor, filme biricik bir konum sağlıyor. Nolanverse olarak anılan bu dünya ismini tanrısallaştırılmış militarizm övgüsünden, mitleştirilmiş erkekten yahut şiddetten ayrı hikaye örümüyle kazanıyor. Michael Tucker’ın “Lessons from Screenplay”de incelediği bu karakter kuruluşunun yanı sıra Gotham tasvirinden sahnelerin kurgusuna kadar tıpkı karakterlerinin planı gibi örülmüş sinematografisi ile de biricikliğini pekiştiriyor. Kara Şövalye kahramanı büyüten anti-kahramanın, tanrısallıktan uzak mücadelenin, egonun sorunsallığının ince elenmiş bir örneği.

Haktan Kalır

the-prestige

  1. Prestij (The Prestige, 2006)

Christopher Priest’in aynı adlı romanından uyarlanan Prestij, 2001 yılında alışılmadık kurgusuyla kültleşen Akıl Defteri filminden sonra Christopher Nolan’ın görece daha sakin bir hikaye üzerine kurduğu, klasik bir Hollywood esintisi. Ancak merak unsurunu finaline dek dinamik tutması ve senaryosunu yalnızca hile ve illüzyona değil, bilim ve gerçek sihir üzerine de odaklaması, filmi klişelerden uzaklaştırıyor. Bir dönem filmi olması ise izleme zevkini yukarılara taşıyor. Christian Bale, Hugh Jackman gibi büyük isimlerin oyunculuklarıyla avantaja sahip olan film, iki rakip sihirbazın birbirlerini alt etme mücadelesini aktarırken, geri planda sezdirdiği güç unsurunu, aynı zamanda karakterlerinin en güçlü düşmanı olarak kuruyor. Prestij, anti-kahramanını süreç içerisinde gücün ve hırsın ta kendisi yaparak o kadar da klasik bir Hollywood esintisi olmadığını kanıtlıyor.

Dilan Salkaya

inception

  1. Başlangıç (Inception, 2010)

Nolan’ın Başlangıç filmi, katmanlı rüya bloklarının üst üste bindiği; senaryoyla mimarinin, sinematografiyle nörobilimin iç içe geçtiği bir gerçeklik tartışması barındırır. Rüya mühendisi diyebileceğimiz protagonistimizin gerçeklik algısı seyahat ettiği rüya katmanlarında kaybolur. Zaten filmin derdi rasyonel gerçeklikle ilgili değildir. Rüya, gerçekliği büken ve sahiciliğin rasyonel olandan değil algısal olandan türediğini tartışan önemli bir izlek olarak karşımıza çıkar. Hollywood blockbuster’larının yanında en azından senaryosuyla ayrıksı bir tarafta duran film, kendimizi emanet etiğimiz gerçek dünyamızın sınırlarını aşındırır ve rüyaya kabilesel bir anlam kazandırır. Evet! Rüya gerçek değildir: Modern bilim bize bunu öğretti fakat algısal olarak rüya; sahiciliğin alanına giren önemli bir insan edimidir.

Fatih Değirmen

following

  1. Takip (Following, 1998)

Nolan’ın sinematografisine baktığımızda, kendisi üzerine fikir yürütebiliyoruz. Karmaşık yapılı, psikoloji ve gizem içeren konuları sevdiğini kısa filmi olan Doodlebug (1997) sonrasında gelen Takip ve adını duyurduğu Akıl Defteri ile anlayabiliyoruz. Sevdiği tarzdan vazgeçebilen bir yönetmen değil, bunun etkilerini çocukluk hayalim dediği Batman filmlerinde de görüyoruz.

Mevzubahis olan filmimiz Takip hakkında ise; Nolan’ın, Graham Swift’in Waterland kitabından etkilendiği dönem, evine giren hırsız üzerine düşüncelerinden yola çıkarak filmin hikayesinin çizildiği söyleniyor. Filmde, ilhamını kaybetmiş bir yazarın Londra sokaklarında başı boş dolaşarak insanları takip etmesi ve bir süre sonra takip ettiği bu insanlardan biri ile tanışması ve onun dünyasına girmesinin hikayesini izliyoruz. Bu bir Nolan filmi ve haliyle hikaye tek bir çizgide ilerlemiyor. Cobb adını kullanan tanıştığı adamın hırsız olduğunu öğrenen kahramanımız onunla beraber evlere girmeye başlar. Evine giren hırsızlardan sonra acaba kendisi ve hayatı için neler düşünmüş olabilecekleri üzerine düşüncelere dalan Nolan’ın, filmde de Cobb karakterinin bildiğimiz hırsızlardan farklı olarak, evlerine girdiği insanların yaşam tarzlarının nasıl olduğunu, onların ne düşündüğünü anlamaya çalışan hırsız olarak resmediyor. Beraber girdikleri bir evde yaşananlardan sonra, film farklı bir sahneye geçer. Bu defa kahramanımız ilk sahnelerdeki gibi uzun saçlı değil, kısa saçlı olarak karşımıza çıkar. Değişen sadece fiziksel özellikleri değildir elbette. Daha sonra ise kahramanımız bu defa yüzü yara bere içinde karşımıza çıkar. Dedik ya bu bir Nolan filmi, olaylar bize üç koldan birden anlatılır. Üç farklı zaman dilimi içinde neler yaşandığını anlamaya çalışırız. Belli bir zaman diliminin olmaması ve olayların bir süre sonra birbirine karışması nedeniyle yaşananların gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu anlayamamaya başlıyoruz. Böylece Nolan’ın en iyi başardığı şey olan kurgu ile film daha heyecanlı bir hale geliyor. Filmde devamlılığı sağlayan ve ön plana çıkan nesneleri Nolan başarılı bir şekilde filmde yediriyor ve seyircinin dağılan dikkatini toparlayarak, yolunu kaybetmemesini sağlıyor.

Muammer Mutlu

Yazarların Kişisel Listeleri:
Nolan_Yazar_Listeleri

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir